İlk günden beri yazdığım yazılara
yapılan yorumların tamamını okumaya çalışıyorum. Özellikle, Ömer'in
hatalı görüldüğü bölümlerden sonraki yorumlarda, sürekli "şöyle
yapmalıydı, böyle korumalıydı, buz gibi, duygusuz" şeklinde düşüncelerle karşılaşıyorum.
Dün geceden sonra bunların çığ gibi büyüdüğünü de tahmin edebiliyorum.
Okuduklarımın ve tahminlerimin getirdiği sonuç ise erkekler
kadınları ne kadar anlayamıyorsa, kadınların da erkekleri o kadar anlamadığı yönünde.
Evet, biz erkekler analog varlıklarız (aynen Cem Yılmaz'ın söylediği gibi)
ve kadınları anlamakta genelde zorlanırız ya da bu analog durumunun arkasına
saklanarak, işimize gelmediği için anlamamış taklidi yaparız. Ancak taklit
ya da gerçek olsa da değişmeyen tek gerçek kadınlar kadar detaylı düşünmeyiz, düşünemeyiz daha
doğrusu. Analog olmanın yanında başka bir eksikliğimiz de, özellikle
aşk ve sevgi mevzularında çevreye karşı kadınlar cesur davranamayız. Bu konuları kadınlar başkalarıyla rahatlıkla konuşabilirken,
biz erkekler için öyle bir cesaret yoktur ortada.
Şimdi bu cesur olma mevzusunu biraz açalım ki bir yanlış anlaşılma
olmasın. Biz erkekler paylaşmayı sevmeyiz başkalarıyla bu tip konuları. En
yakınımızdaki arkadaşımız, dostumuz olsa bile bir noktaya kadar konuşuruz"aşk ve sevgi" konularını. Öyle çok aşığım,
ölüyorum, bitiyorum tarzı konuşmalar olmaz, olursa da
genellikle terk edilmeler sonrasında ya da sorunlu
anlarda, alkol seviyesi damarlardaki kan seviyesine eşitlendiği
zaman konuşulur. Ertesi sabah da "ne dedim ben
hatırlamıyorum" der, hayata devam ederiz. Sebep ise bunu zayıflık
olarak görüyor olmamızdır, bir insanı sevmek zayıflık mıdır? Tabii ki hayır ama
işte bizim bu analog beyinler böyle çalışıyor.
Örnek vermek gerekirse; evli olan iki erkeği sohbete oturtun, ilk
sorulardan biri "çoluk çocuk nasıl" olur. Cevap
"iyi"dir, o kadar. Sonra mevzu değişir bütün gece siyaset, spor, iş
güç konuşulur. Masadan kalkarken "hanıma selam söyle" denir ve herkes
kendi yoluna. Sevgilisi olan iki adamı aynı masaya oturtursan bu bile çok
iyimser bir diyalog olur. Arada sevgilisi arar ya da mesaj atarsa da genelde
"aa canım sevgilim arıyor" diye açmaz telefonu, kurduğu cümle
"aman iki dakika rahat yok, ne var yine ya" olur cevap
vermeden önce, hissettiği şey bu olmasa bile. Çünkü erkektir o
ve asla dizginlenmeyi sevmez. Aslında sevmediğinden değil, dizginlendiği belli olmasın
ister, erkekliğe yediremez kankasının yanında.
Özlemiş miyiz asistan günlerini?
Şimdi bu analog beyin tarifinden dönelim bizim Ömer'e. (Son iki bölümü
birlikte değerlendirirsek daha iyi olur diye düşünüyorum..) Ayrılıktan sonraki dönemde kadınlar yükleniyor da yükleniyor
Ömer'e, Defne'yi neden sahiplenmiyor, korumuyor diye. Koruyamaz
ki, bu tarz bir koruma genetiğinde yok. Röportaj da
neden "ilham perim yok" dedi? "Var" diyemez
ki, var derse o dik duruşun arkasında aslında iki büklüm kaldığını etrafındaki
herkes bilecek çünkü. Bunu değil Ömer, hemen hemen hiç bir erkek
itiraf edemez. Koray "senin kuru kız" dediğinde verdiği cevap yine
aynı mantık "nereden benim oluyor". Erkekler bu tip itirafları
zayıflık olarak görür her zaman. Görür de demeyelim aslında refleks olarak
verir bu tepkiyi, düşünerek değil.
Şimdi siz düşünün hanginizin eşi ya
da sevgilisi üçüncü bir kişinin yanında; -çok yakın bir arkadaş, aile dostu
ya da akraba değilse- size sevgi sözcükleri söyler? (onların yanında da söyleyen
sayılıdır) Söylemeyi geçtim sevgisini gösterir? Yalnız yanlış anlamayın, sahiplenme
dürtüsüyle yapılan el tutma, sarılma tarzı şeyleri sevgi göstergesi olarak
söylemiyorum burada. Onlar "bu benim" dürtüsünün
sonucudur çoğunlukla erkekler için çünkü. Neyse daha fazla uzatmayayım, çok
azdır bunu yapabilen erkek. "eee yapabilen var demek
ki" derseniz, orada da yanılırsınız. Çünkü bir adam sevgi konusunda
üçüncü şahısların yanında ilk başta vahşi atlar gibidir. Kadınların onu
ehlileştirmesi gerekir. Kimi gerçekten ehlileşir, kiminin içinde o vahşi taraf
kalır. Yani hanımlar burada sizin beceriniz biraz daha ön plana çıkıyor
maalesef. Ama bu ehlileşme kısmını da yanlış anlamayın lütfen her at ehlileşmez,
malum.
İki bölümdür devam eden, Ömer'in, Defne'nin karşısındaki "pişmiş kelle" sırıtmalarına gelelim şimdi. Küçük görüyor diyen oldu,
ciddiye almıyor diyen oldu, bu nasıl iş, hiç bir şey olmamış gibi devam ediyor
diyen de oldu. Hanımlar siz de bizi anlamıyorsunuz tekrar ediyorum. Adamın
yüzünde güller açtı fakında değilsiniz. O anın birkaç saat öncesinde bu adam
Defne'nin verdiği çiçeğin karşısına oturup/çöküp, aramadı mı
bu kızı? Telefon açılsa ne diyecekti bilmiyoruz ayrı mesele, ama o
telefonu etmeden birkaç dakika önce duvarları yumruklamadı mı Defne'ye yapılan
kötülüğü öğrendiğinde? Şimdi karşısında duruyor Defne ve adam sırıtıyor en
fırlama haliyle. Neden mi sırıtıyor? Çünkü Defne yeniden ulaşabileceği kadar
yakınında. Oradaki diyaloglara takılmayın çünkü Defne ne kadar içindeki
sızıyla cümle kuruyorsa, Ömer o kadar sevdiğini karşısında görmenin
mutluluğuyla muzırlık yapıyor. Amacı Defne'yi
kırmak veya canını yakmak değil sadece onu kızdırmak ya da
damarına basmak diyelim (fırlamalık yapıyor işte). Geçen bölüm başlayan
bu muzırlık dün gece boyunca da devam etti zaten.

Muhteşem Yüzyıl setini mi patlattın Defne nerden çıktı bu kaftan?
Geçen haftaki konkur konuşması ile ilgili de söylediği her şey
Defne'yi hırslandırmak, onun ileriye taşımak içindi, onu küçük gördüğü
için değil. Ama tabii bunu da yanlış anlayan çok oldu maalesef. Camı
kırdı; Sinan Defne bizi yeniyor dediği için mi sanıyorsunuz? Tabii ki
değil. Ömer'in çizim yapamamasının sebebi psikolojik, peki psikolojinin
bozuk olmasının sebebi ne? Defnesizlik. Defnesizliğin sebebi
ne? Güven zırhına sığınarak yaptığını düşündüğü hata. Doğal
olarak, "ben böyle aşkın ızdırabına" deyip çaktı
yumruğu. Defnesizliğin kanıtı haline gelen çizemediği elinden intikam
alırcasına.
Gelelim bileklik mevzusuna, çünkü düğümler de orada çözülmeye
başlıyor. Defne'nin düşürdüğü bilekliği koluna takıp, ona her bir aksesuarı
özenle seçilip, farklı anlamlar taşıyan bir bileklik yaptı verdi
(pandora bilekliklerini bilenler bilir, bilmeyenler internet den
baksın bence). Bileklik mevzusu açıldığında ise Defne'den aldığı bilekliği
göstererek "bende" dedi. Şeytan ayrıntıda gizlidir malum.
Burada ayrıntılarda gizli olan şey "seni seviyorum" (bilekliğin
üstünde SEV yazıyor)
Bu hafta, Ömer çizmeye başladı tekrar, amaç sizce Defne'yi yenmek mi
burada? Bu sorunun cevabı, hem evet hem hayır. Bir meydan okuma var karşısında,
ama bu meydan okumanın içinde geçmişte ikisinin de kullandığı bir laf var
" kaç bakalım" Ömer'in yeniden çizmesi "kaçmıyorum" demek
oluyor bu durumda. Ama kaçmadığı şey ticari bir tasarım yarışması değil, amaç
bu yarışta Defne'yi yenmek de değil. İlham perisinin Defne olduğunu cümle âlem
bilirken, bu yarışın galibi kim olur sizce? Ömer, Defne'yi yenerse ilham
perisine olan aşkı kanıtlanmaz mı? Yenilirse ne olur? Boynuz kulağı geçmiş
olur. Ayrıca Ömer ortaklık teklifini kabul ederek amacının Defne'yi ezmek
olmadığını da kanıtladı. Yasemin "Ömer koleksiyonunu kimseyle
birleştirmez" dedi hatırlarsınız. Demek ki neymiş, söz konusu Defne
olunca birleştirebiliyormuş.
Şimdi diyeceksiniz "madem Defne ile koleksiyonu birleştirecekti, neden
çizdiğini söylemedi?" Söyledi aslında garibim, Defne "işe yaradı mı
mesajlarım?" diye sorduğunda, sırıta sırıta "sence?" dedi, bir
de göz kırptı, bizim kız anlamadı. Defne ilk konuşmadan sonra, her
"çiziyor musun" diye sorduğunda, Ömer'den sert tepkiler aldı,
peki neden Ömer bunu yaptı? Onun da cevabını ilk konuşmada verdi aslında
"kendi çizdiğin ile ilgilen, daha faydalı olur senin için"
çünkü rakip bugün Ömer ama yarın başkası olacak. Aslında orada
Ömer ukalalık yapmıyor, işiyle ilgili önemli bir tavsiye veriyor; sen elinden gelenin en iyisini yap demeye çalışıyor, ama anlayana...
Ortaklık teklifini kabul etmediniz bu da size kapak olsun!
Ayrıca ortaklık teklifi gibi başka bir gerçek daha var ortada. Sinan bu
teklifi nasıl tatlı su kurnazı kıvamıyla yapıyorsa, Yasemin de aynı kurnazlıkla
yaklaşıyor olaya. Ömer çiziyor mu, çizmiyor mu? Yenileceksek birleşelim. Hâlbuki
Ömer yeneceğini bilmesine rağmen ortaklık teklifine "tamam" demişti hatırlatırım
ve sanırım bunu sadece ve sadece Defne için yaptığını da hepimiz tahmin
edebiliyoruz. Sonuç; Yasemin, Ömer'in çizmediğini düşünüp reddetti teklifi,
hırsının kurbanı oldu. Defne de bu hırsa, merakla karışık ortak oldu
maalesef ve hep beraber ağızlarının payını aldılar.
Ömer'in Sude'ye ders verme planına gelince bence çok yerinde bir oyun
oynadı. Sen benim canımı yaktın, bende senin canını yakarım dedi ve başarılı da
oldu. Herkese bir ders verdi, asıl amacı o
olmasa da, verdi gerçekten. Özellikle Defne'nin son mola alanı karşılaşmasındaki havalı, "ben seni yendim" tavırlarından sonra biraz silkelenmesi iyi oldu
bence. Çünkü ne kadar iyi çizerse çizsin, tasarım bir vizyon ve birikim işidir.
Kimse iyi çiziyor diye, iyi tasarımcı olamaz hemen. Elbette dahi olabilir bir
insan ama karşındaki deneyimli bir dahi, bunu unutmamak lazım. Uzun yılardır
tasarım yapan biri olarak bunu rahtlıkla söyleyebiliyorum. Ayrıca Ömer
tasarımları gizlemekte bence sonuna kadar haklı. Geçmişi düşününce bu konuda
sürekli en güvendiklerinden darbe yiyor bu adam, saklamasın da ne yapsın?
Şimdi gelelim finalde Ömer'in kazandığını öğrendiği sahneye. Bizim oğlan
sevinmedi bile. Yüzünde en ufak bir tebessüm yoktu. Çünkü amacı sadece ticari
bir yarışı kazanmaktı. Ne olursa olsun yine bir tebessüm beklerdim ama o
Defne'yi incitmemek için onu bile yapmadı, sakince tebriği kabul etti sadece.
Daha önce de söyledim Defne'nin yaklaştığı mantıkta bakmadı hiç bir zaman
duruma. İyi bildiği işi yaptı ve kazandı. O kadar. Keşke Defne, ilham perisinin
hala kendisi olduğunun farkına varsaydı da, kumarda kaybedip aşkda
kazandığını bilseydi. İlerleyen zamanlarda bunu anlayacaktır umarım. Siz
de bir düşünün Defne gerçekten kaybetti mi? (ticari olarak sormuyorum bu
soruyu)
Sinan'ın Sude'ye olan tepkisi bakalım ne olacak. Bu sefer umarım daha sert
bir tepki verir ve Sude yaptığının bedelini öder. Neriman akıllanmadı, akıllanmayacak. Kendi kızına böyle bir oyun kurmaya
çalışması, beni gerçekten çok korkuttu. Daha Defne'nin başına çok iş açacak
izlenimi uyandırdı.
"Koray'a gelince" demeyeceğim. Sanıyorum hepimiz dün gece Koray'a
doyduk. Hatta doymanın ötesine geçip soda takviyesi yapanlar çok olmuştur diye
düşünüyorum. Zaten "Koray'ın maceraları" kıvamın da bir bölümdü.
Neyse lafı daha fazla uzatmayayım. Arada ki boşlukları hayal gücümüzle
doldurmak zorunda kalmadığımız, Kiralık Aşk Volume 2'nin yan rollerin
maceraları kıvamında devam etmediği bölümler izleyebilmek dileğiyle. Herkesin
emeğine sağlık.