Bu hafta, bizim çocuklara bulaşmamayı düşünüyordum işin açıkçası. Biraz
demlensinler önümüzdeki hafta kaldığımız yerden devam ederiz gibi bir planım
vardı. Ama gelin görün ki dayanamadım yine. Bizim oğlanı biraz gömeceklerine
dair bir his oluştu içimde. Neden böyle bir his oluştu derseniz, Ömer bu hafta
çok ince bir çizginin üzerinde yürüdü. O çizginin bir tık ötesinde; ukala,
kendini beğenmiş, umursamaz ve tepeden tepeden Defne'ye bakan bir Ömer var. Ama
bizim oğlan o çizginin hep diğer tarafında kaldı. Ne mi var o çizginin diğer
tarafında? Sevdiği kadının usul usul damarına basan, ince ince onunla uğraşan
bir Ömer var elbette. Yetkili birini ararken, alt katında sevdiği kadını
görünce gülüşüne engel olamayan bir Ömer. "insan sevdiğiyle
uğraşırmış" derler ya, işte aynı o hesap. Tabii aynı sevdiği kadına küt
diye "güvenmiyorum" diyen Ömer'in tek ayak cezası bitti mi, derseniz
bitmedi daha, ama o tek ayağının üzerinde de bu işi becerdi.
"Sen de beni gördüğüne pek memnun olmadın bence" diyen Defne'ye
pişmiş kelle gibi sırıtan Ömer, "geçmiş gitmiş" derken bile
sırıtmaya devam ediyor. Geçen, sadece kötü anların izleri olmuş belli ki bizim
aklı bir karış havada Ömer için, zaten Sadri Usta'ya da "bir tek iyi anılar
geliyor insanın aklına" dememiş miydi? Ömer'in Defne'ye karşı
bu tutumunu seviyorum. Eyvallah, sinirlendiğinde ya da bir şeyler aklına
takıldığında çamları devirerek yürüyor hatta orman katliamı yapıyor ama ortalık
biraz durulmaya başlayıp sakinleşince devam ettirmiyor aynı yıkıcı etkiyi.
Sanırım şu "anger management (öfke kontrolü)" tarzı bir şeyler bizim
oğlan kolaylıkla daha ehli bir şahsiyete dönüşebilir.
Ve tabii Ömer'in
ne yaptığına mana yüklemeyi henüz başaramayan Defne. Garibim o da ne yapsın. Bu
gelgitlerin içinde, onun da kafası karıştı belli ki. Yanından kalkıp arkasına
bakmadan giden adam nerede, bizim pişmiş kelle nerede? Hele bir de Ömer ile
ilgili genel düşünce yapısını buna eklersek, Defne'nin anlam verememesi kadar
doğal bir şey yok. Yahu ben bile ilk anda toparlayamadım, "bu herif niye
sırıtıyor" diye düşündüm de, sahnenin sonlarında jeton düştü (biraz köşeliyse
demek ki). Ömer bu arada sen neden inmiştin aşağıya kardeşim? Ne oldu gürültü
işi? Gitti kafa tabii Defneyi görünce, aptal âşık işte ne olacak.

İş kazası??
Bir ses sanatçısı düşünün, sesi kısıldığı andan itibaren sanatını icra
etmesinin herhangi bir yolu yoktur artık. Bir tasarımcı için de aynı şey
geçerli. O ses kısılması, elindeki titremedir işte tasarımcı için. Tek bir
çizgiyi gitmesini istediği doğrultuda çizememek sanatının ya da yaratıcılığının
içinde sıkışıp kaldığı yerdir. Şimdi siz bu sıkışma olayını Ömer'in egosuyla
birleştiredurun birazdan hep beraber patlatacağız bu ateş ve barut
ikilisini.
Bir başka patlamaya hazır bombamız da Deniz. Israrla Defne'yi kendi
yörüngesine yakın tutmaya çalışıyor. Belki de Yasemin'e yardımcı olmasının en
büyük sebeplerinden biri bu bile olabilir. Çünkü hatırlarsanız, Yasemin'e destek
verme konuşmasının son anında "tasarım ekibinde kimler var" diye
sorduğu anda sahne kesilmiş ve sonrasında Yasemin'in Deniz ile anlaştığını
öğrenmiştik. Neyse bu Deniz'in bombası belli ki başka bahara kaldı ama az da
olsa güvendeyiz. Malum İso her şeyin farkında. Deniz'e şimdilik gereken uyarıyı
da yaptı. Ağzının üstüne iki tane çaksa daha bir içim rahat ederdi ama idare
edelim şimdilik bu kadarıyla.
Şirkette mola alanı varmış, asistan Defne tasarımcı olunca, çayı bırakıp
kahveye başlamış, bir de üstüne bizim işkolik Ömer masadan kafayı kaldırıp,
molalar almaya başlamış. Bak sen şu işe arkadaş! Bir ayrılık nelere kadir. Defne'nin yeni kahve sevdası için, "üzüm üzüme baka baka kararır" diyebilir miyiz? Bence deriz.
Ömer'e gelince çizim yapamıyor, yan odaya bakınca Defnesini göremiyor, eh
daralıyordur çocuk bir atası geliyordur kendini odadan dışarı. 6 aydır
varlığından haberimiz olmayan mola alanı için de, "çalışmaya mola
vermiyorlardı ki bilelim" dersek bu vartayı da atlatmış oluruz.
Conquer (konkur): fethetmek, ele geçirmek, yenmek, almak, başarmak, elde etmek,
zafer kazanmak. Bir dönemin en popüler strateji oyunlarından biri olan "Command &
Conquer" serisini sanırım yaşı 20-45 arası olup, yolu bilgisayarla kesişmiş tüm
erkekler bilir, hah işte bu conquer onun ticari bir versiyonu gibi bir şey.
Senin ayağında çizme var ben kurdeleli babet diye tahmin etmiştim
Ömer, hayallerin gerçek oldu kardeşim. Kapışıyorsunuz Defne ile. Ver gazı
Ömer ver sen, yalnız bizim Defne gazla çalışıyormuş onu da görmüş olduk.
Bu tip yaratım odaklı işlerde en büyük yardımcısı rakibidir insanın. Hep daha
iyisini yapmaya zorlarlar birbirlerini. Aynı dönemlerde yaşamamış olsa bile
birçok yaratım yapan sanatçıda ya da tasarımcıda görebiliriz bu rekabet hissini. Mesela kendi tarihimizden bir örnek verebiliriz. Mimar Sinan'ın Ayasofya
takıntısı varmış, yaptığı işlerin sanatsal değeri tartışılmaz ancak hep
Ayasofya'nın kubbesinden daha büyük bir kubbe yapmaya çalışmış, tasarımlarını
bu yönde zorlamış hayatı boyunca. Aynı boyutları yakalayabilmiş ancak daha
büyüğünü yapamamış maalesef.
Bak sen sinsi İz'e, gizli hesaplar takımına bir kişiyi daha resmen eklemiş
olduk. "Defne'ye âşık olduğunu biliyorum ama ne olur ne olmaz" diyor
içten pazarlıklı cadı. Şu çocukların yakasından düşün artık. Biri bitiyor,
biri başlıyor bu ne canım böyle* Bunlar Sude ile kanka olmasın da başka bir şey
istemiyorum. Hele bir de Sude-İz-Neriman koalisyonu kurulursa, eyvah eyvah.
Binme Defo sen o asansöre, İz ile beraber binme, faili meçhul olup kalmak Da
var maazallah işin ucunda. Neyse ki İz bombası beklediğimden daha az hasarla
atlatıldı. Ömer'in kapısına dayanıp İz'in hesabını soran Defne, araya
sıkıştırdığı gerçekleriyle çöktü Ömer'in üstüne. O gece bankta tek başına
kaldığı andan itibaren içinde biriken ne varsa söyleyemediği, hepsini serdi
ortaya bir nefeste. Üstüne de ekledi "niye hep senin dediğin oluyo?
Yapmıyorum işte, yapmıcam, sen beni kontrol edemezsin" diye. Dedi demesine
de sonra da o arabaya bindi, tek nefeste kusarsan bütün kızgınlığını elinde bir
şey kalmaz işte böyle sonra da "ben sana hayır demeyi öğrenicem" der
durursun. Ömer'de hala gaz veriyor "tabii, tabii öğrenirsin" diye. Kız
kuduracak bu gidişle. Baksanıza konkur çizimlerini yekten "ben yapayım" diyecek
hale geldi bizim kız, Ömer damarına basıp gaz verdikçe. İşte karşımızda Ömer'le eşit şartlarda savaşmaya karar veren Defne. Şu
andan itibaren gerçek didişme başlıyor diyebilir miyiz? Dedik gitti.
Kadınlar sevmek içinmiş.. Ben anlamayı beceremiyorum demiyor da...
İso yine patlattın bombayı "güvenmeden sevilir mi?" sorusuna
cevaben. "sevebilir ama biraz temkinli sevebilir" dedi. Ben de dedim, diyorum,
diyeceğim bu İso faydalı adam, ama kapasitesinin farkında değil. Tam kıvama
gelse daha ne dengeler değiştirecek şu hikâyede kim bilir (bu bir dizi değil de
Belgesel olsa şöyle bir cümle kurabilirdik; "Yetişkin bir İso, Ömer
ve Defneyi iki cümlede birleştirebilir"). İsocum yalnız şu Deniz olayını
Defne'den saklıyor olman hiç içime sinmedi. Ama seni Serdar'dan daha çok
rahatsız ediyor bu para meselesi ve çözüme bu kadar yaklaşmışken susmayı tercih
etmeni kısmen de olsa anlayabiliyorum sanırım.
Yanlış yaptığı bir gerçek ama Koray'la gurur duydum bu sefer. Kendi paralel
evreninden bizim mütevazı evrenimize teşrif etti sonunda. Gerçekten etrafında
olanları fark edip etik kısmı tartışılabilecek olsa da bir çözüm yolu buldu. Bu
güne kadar Passionis'e ihanet edenler kulübü üyesi olmak yerine, korumayı
tercih etti. Söz sana bundan sonra çok yüklenmeyeceğim. Sen arada gel böyle
bizim buralara, geri kalan zamanı paralelde geçirsen olur.
Şimdi gelelim sizi düşünün diye bıraktığım sıkışıklığa. Ömer'in bir öfke
sorunu var bunu defalarca gördük artık (bu konuda psikoloji alanında uzman
birileri daha doğru yorumlar yapacaktır eminim). Önce vazo sonra duvar şimdi de
cam. Sinirlendiğinde fiziksel bir tepki veriyor her seferinde. İlkini hasarsız
atlattı ama ikincisinde fiziksel bir tepkiyle karışık psikolojik bir etkiyle çizebilme
yeteneğini kaybetti. Cam meselesine gelince; belki Sinan'ın söylediklerine
kızdı, belki de Defne'ye yenilmeyi hazmedemedi diye düşünenler olmuştur.
Bence
hiç biri değil o camın kırılma sebebi. Kendine olan kızgınlığıydı sadece,
çizemeyen eline kızgınlığıydı, eh intikamını da aldı elinden. Hâlbuki o bankta
bıraktığı ruhuna ihtiyacı vardı sadece yeniden çizebilmek için. Defne'nin
düşürdüğü bileklikte "sev" yazıyordu görmüşsünüzdür, masadan
kalkarken Ömer'in bilekliği gösterip "bende" dediğini de hepiniz
duymuşsunuzdur diye düşünüyorum. Şimdi bunları birleştirip üzerine Defne'nin
attığı mesajların içinden "kaç bakalım" yazanı cımbızlayıp ekleyelim.
Çıkan sonuç; acısa da öldürmez bir yara ile kalemi yeniden eline alıp,
başladığı çizgiyi bitirmek istediği yerde sonlayabilen bir Ömer çıkıyor.
Aradan cımbızladığıma bakmayın, gaz gazdır. Her mesajı okuduğunda Ömer'in
yüzündeki "kaşınıyorsun ama" gülüşünü görmedim sanmayın. Bu kadar
basarsan Ömer'in damarına illaki bir silkinecekti o kesin. Yine yeni yeniden
Ömer'i yıkıldığı yerden ayağa kaldıran Defne oldu. Bu konkur hikâyesi işte
şimdi başlıyor. "Galip belli ikinci kim?" mi olacak sonu,
yoksa "sizden düzleri, öbüründen topukluları alalım mı?" bilemiyorum
ama bu tadı damağımızda kalan didişmeler bir süre daha devam edecek gibi.
Aaa dur dur bitiremiyorum. Lan Sinan sen ne garip, ergen, enteresan,
sinir bozucu, uyuz, vurdumduymaz bir adam oldun. Nerede senin o vicdanın ve
içindeki azabı? Defne'nin ortada kalmasına sebep (şirkettekiler öğrenmeseydi daha
az hasarla atlatılırdı o tasarım mevzusu malum) Sude'yi ne çabuk affettin. Sen bildiğin ayran gönüllünün teki çıktın oğlum ya. Tepelenecekler
listesinde yeniden yukarı yükselmeye başlıyorsun haberin ola, sonra "niye
kim vurduya gittim ben?" deme.
Neyse insanın başına ne gelirse meraktan gelirmiş derler ya,
bakalım Defne'nin "Ömer ne çizdi merakı" ne işler açacak başına önümüzdeki hafta.
MERAKLA bekliyoruz. Önümüzdeki haftaya ne olacak merakı da bizim başımıza bela
valla.