Kiralık Aşk: Döndüm dolaştım, bak yine bütün yolların sonu sen!

Kiralık Aşk: Döndüm dolaştım, bak yine bütün yolların sonu sen!

’’Bak çiçeğin büyüdü, sen nerdesin?’’

Başlangıçlar her zaman zordur. Cesaret ister. Ve o cesaret kimdedir, o hiç belli olmaz. Dışarıdan sapasağlam duran, bir zamanlar onun da bir çocuk olduğunu ve hatta bir insan olduğunu unuttuğun o mükemmel adam o başlangıcı hemen yapamaz mesela. Ama sakar, ne yaptığını bilmeyen, bir iş verdiğinde ‘patates’ eden ve hatta çoğu zaman moleküllerine ayrışması çok kolay olan o küçücük, minicik kız ise bakmışsın dimdik ayakta. Yaralı ama yaşıyor, nefes alıyor. Nefes alıyorsak umut var demektir, değil mi?

Defne, senin kendin olmaya gerçekten çok ihtiyacın varmış. Kendinken başka güzelsin, başka güçlüsün. O garson kız asistan kızdan çok daha sağlam basıyor yere. Şimdi junior tasarımcı oldun orası ayrı. Savaş Defne! Sende o ruh doğuştan var. Sen hep savaşmak zorunda kalmışsın. Önce annen, baban gitmiş. Onun acısıyla savaşmışsın. Sonra geçim derdi… Her şey de bu yüzden başladı ya zaten. Sonra oyun çıkmasın diye savaştın. Herkesle hem de… Bazen haberin bile olmadan savaştın insanlarla. Bazen ağır yaralı ayrıldın meydandan. Kolunu, bacağını, hatta kalbini bıraktın savaş alanında. Aşkın için de savaştın. Sen elinden geleni yaptın. Bazı şeyler senin kontrolünde değildi. Sen hep yapman gereken neyse onu yaptın, ama yetmedi. Bazen yetmez. Ne yaparsan yap, olduramazsın. O zaman bir soluklanmak en güzeli galiba. Manu sana nefes olsun. Her ne kadar Ömer’le karşılaşmanız ve devamı bizlerin nefesini kesmiş olsa da...


Ömer beni unutmuş. Yav he he…

Pekâlâ… Bu kadar Defne’ye hitap yetsin mi? Bu bölüm Defne’nin muhteşem dönüşüydü. Gerçek Defne’nin tabii ki. Tüm acısına rağmen ayakta duran bir kadın. Ve yüreğinin yangınıyla duvarları yumruklayan, kolonları yerinden neredeyse oynatacak kıvama gelen bir adam. İki âşık, iki yaralı kalp. Ortada ise kalbimizdeki ‘büyümeye devam eden’ öküzlerle biz sevgili seyirciler…

Başlangıç demiştik ya… Manu’da çalışan Defne, eski işkoliklik hallerine dönmeye çalışan ama bir türlü dönemeyen Ömer gördüm ben. Bana Ömer daha çok dağılmış gibi geldi. Defne salatasına nane konmasını istemeyen müşteriyi tüm bunlardan önce de unutabilecek bir insandı sonuçta. Biraz şey, Defne işte. Ama Ömer… Nerede o program delisi, dakik, işkolik Ömer; nerede çizim yapamayan, kafasını bir türlü mutfaktan kurtarıp da iş yemeğine getiremeyen Ömer! Moleküllerine ayrılan sen mi oldun sanki bu sefer Ömerciğim? Yine de eğmiyorsun ya o başını, sana helal be! Bu kadar zor mu iyi olmadığını göstermek? O zırhını hemen kuşanmasan mesela. Acını bile yaşamaya izin vermiyorsun kendine. Sonra duvarları yumrukla, adamlara bağır. Olmuyor bak. Daha fena çıkıyor sıkısı. Hissettiğin her neyse dibine kadar yaşayacaksın. Acı mı, çek! Sevgi mi, sev! Üzüntü mü, kahrol üzülmekten! Ağla mesela. Ağla ki rahatla. Bir ağladığını görelim. Ben gerçekten, bu sadistçe gelebilir tabii, Ömer’in ağladığını görmek istiyorum artık.’’Bu adam da insan!’’ demek istiyorum. Onun yerine ben ağlıyorum. Benim yerime o ağlasın bir kere, çok mu?

Bir türlü kavuşamayan âşıklar… Bir türlü karşılaşamayan âşıklar tabii bir de. Normalde nefret ettiğim bir şeydir şu geçişmeler, telefonu duymamalar. Kanser eder beni olduğum yerde. Koriş gibi gaz olurum, şişerim izlerken. Ama tabii ki bu dizide böyle olmadı. Çünkü geçişseler de karşılaştılar. Manu’da Defne’yi elinden tanıyan ama pas vermeyen Ömer, koridorda karşılaşır, çok mu? Evde geçişen âşıklar Defne’nin sakarlığı tutar, düşer, buluşur, zor mu? Bunu seviyorum. Biraz kıvrandırsa da izleyiciye istediğini veriyor sonunda.

Yani en azından ben memnunum. Defne o evden Ömer’le karşılaşmadan çıksaydı orta yerimden ikiye ayrılırdım sinirden. Telefonunu duymaması… Sebebi var. Telefon sessizde değil, müziğin sesi yüksek. Çok güzel işte! Telefon sessizde diye duymamak kadar saçma gelen ve beni sinir eden bir şey daha yok. AY VAR! (Koriş etkileri vol bilmem kaç ^^) O telefonunu açmadı diye, geri aranınca cevap vermeyen tripli âşık. Ömer yapmadı işte. Telefonunu odada unuttu ki çok doğal, adam tadilat yüzünden sinirli hayatım! (Koriş etkisinde fazla mı kaldım ne?)

Peki, şimdi nereye vardık? Hem en başa sardık hem de bambaşka bir yerdeyiz. Yasemin şirket kurdu, Defne’yi aldı. Tamam, bunu yazanlar, tahmin edenler olmuştu. İz döndü. Biraz farklı bir dönüştü o da. Yeniden İz, ama başka bir İz. Daha sakin, daha ‘büyümüş’…Beni geçen seferki kadar korkutmadı bu gelişi. Ay yanılıyor da olabilirim, ama n'olur yanılmasam? Bu sefer pas geçsek burayı, olmaz mı? Değişmeyen biri varsa bu Tranba’dan başkası değil. O adama hiç güvenmiyorum. Ve Yaso o kadar da emin olmamalı yaptığı anlaşmadan.

Tranba bu, pis oynuyor. Defne daha bilmiyor Tranba’yı. Ama safım, hiçbir şey de yapamaz, Nöro’ya resti çekti. Ona ayrı aferin ama. Yettiydi artık Nöro karşısında ezilen Defne! Necmi Bey iyi hamleydi, kutlarım seni kuru kız. Tranba’ya dönersek. Ömer öğrenince yine mi yıkılır, yoksa her zamanki buz kütlesi halini mi korur, bilemiyorum. Adam patladı mı da tam patlıyor yahu, kestiremiyorum. Şükrü’yü dövecek zannettim bir an. O sinirle her şey olur. Yalnız tam da bu sahnede Barış Arduç’u, mümkün değildi ama ayakta alkışlamak istedim. Bir insan oynadığı role her bölüm mü bir şey katar! Yahu biliyoruz oynuyorsun, gerçekten o kadar sinirlenmedin. Ortada gerçek hiçbir şey yok. Ve salonumun ortasında da değilsin, ayh hayali bile bir baygınlık getirdi şu an. E o zaman benim ellerim niye titriyor, neden gözlerim yerinden fırlamak üzere ve neden ağzım beş karış açık? Sana böyle acı çekmeyi kim öğretti! Allah vergisi, başka açıklaması yok. Tebrikler! (Aradığınız Berre’ye şu an ulaşılamıyor, kendisi moleküllerini toplamakla meşgul. Lütfen daha sonra…)


Öyle gariptir ki hayat, yetkili diye gidersin diğer yarın çıkar karşına.

Son sahneden bahsetmezsem uyuyamam. O bakışlar neydi öyle? Âşıklar diyorum ama hiç de âşık bakışları değildi onlar. Defne’nin bakışlarda meydan okuma gördüm ben. Artık neye meydan okuyor belli değil. Ömer’e tasarım konusunda kapışmaya mı, yoksa aşkı ve kazanamadığı güven için savaşmaya mı meydan okuyor ileriki bölümler gösterecek. Ömer’in bakışlarsa bu kez çok netti sanki. Merak, şaşkınlık hatta biraz mutluluk. Defne’yi yine çevresinde görecek olmanın verdiği mutluluk. Çünkü aşk böyledir. Acısı da senindir, vazgeçemezsin. Görmek bile yeter bazen, o mutluluğu ne yaparsan yap engelleyemezsin.


Yine dünya kadar Serbest Kürsü gelmiş denince Ranini

Dizide her şey acayip bir matematikle yürüyor. Yasemin’in ayrılması İz’i getirdi. Defne’nin tasarımcı olarak işe başlaması Ömer Defne kesişmelerini arttıracak, ister istemez. Tranba istenmeyen ot gibi her yerde bitiyor zaten. Derya patronsuz Ömer asistansız kaldı ve birbirlerini idare eder oldular. Hepsi matematik işi. Birbirini besleyerek gidiyor tüm hikâye. Ana bir hikâyemiz var evet. Ama yan hikâyeciklerimizle de hep bağlantılı. Çok güzel işte, çok! İzlerken doyduğumu hissettiriyor bana.

Ve son olarak yeni ekipten bahsetmek istiyorum. Güzel çekiyorlar be! Önceki ekip, yönetmen de çok çok iyiydi. Ama bu ekip de ayrı güzel yahu. İşin teknik dilini bilmediğim için anlatmakta zorluk çekiyorum. Ama mesela, Ömer’in çizim yaptığı an ve Defne’nin kapıdan girişi arasındaki o geçiş harikaydı. Kamera oyunları diyelim. Bayılıyorum! Dinamik tutuyor bölümü. En azından ben bir silkeleniyorum o tarz hareketler olunca. Ömer’in bölüm başındaki uyanış anı… Müthişti! Bazen son derece normal bir sahne öyle bir çekilir ki ‘’Vay be!’’ dersin. Adam uykudan uyanıyor sonuçta. Ama uyanmak var, uyanmak var işte. Mesela ben hiç Defne gibi uyanamadım. Piremsesler gibi uyanıyor. Ben de Cadı Sila. Hayalleer, hayatlar…

Kemerlerinizi takın! Uçuşa geçmeye hazır mısınız? Her şey daha yeni başlıyor. Görüşmek üzere…
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER