Beyaz Gölge’yi
bilmek eğer yaşını itiraf etmekse bundan çekinecek değilim, bir zamanlar herkes
gibi benim de TRT ekranlarında Beyaz Gölge peşinde koşmuşluğum vardır. Memleket
genelinde basketbol sevgisi salmış bu dizinin en önemli kahramanlarından Ken
Howard, yani bizim için Koç Reeves geçtiğimiz hafta vefat edince, zamanın akış
hızının acımasızlığı ve hayatın aslında ne kadar acayip bir şey olduğu
konularında gözlerimi doldurmadan düşünemedim.
Ama bu hüzün
kumkumasından bahsetmek yerine, bir diziyi izler izlemez elimize basket topu
alıp kendimizi sokaklara savurmak istememizin ne kadar şahane olduğundan
bahsetmek isterim. Günümüz koşullarında bu etkiyi yaratabilecek bir dizi
olduğunu ya da olabileceğini düşünen yoktur sanırım aramızda. Beyaz Gölge’nin
büyüsünün sebebi Koç’un takımdakilerle teker teker özene bezene kurduğu ilişkileri,
çocukların o kadar problemli hayatlarından spora tutunarak bir şekilde kendilerini
kurtarmasının verdiği bol umut yanında, elbette izleyecek tek kanalımız ve
girecek hiç internetimiz olmamasıydı da.
Bundan otuz yıl sonra, hangi diziden
bahsederken böylesine iç çekeceğiz mesela? Lost’u beş senede eskittik (sonu da
aşırı çirkin olduğu için belki onu bilemedim şu an), Breaking Bad’in birkaç
yılı var, Game of Thrones deseniz ‘Vay, ne diziydi’ denir belki ama, kimin
hayatını değiştirmiştir? Unutamadığı tek dizi Aşk-ı Memnu olan birisiyim gerçi,
benim fikrim ne kadar gerçekçi ona da emin değilim.
One Tree Hill'den idol edindiğimiz Koç White
Mevzu basketbol
koçluğu ve çocukların problemli hayatlarını onun etrafında yoluna koymaksa,
bence bunun Koç Reeves’den sonraki diğer örneği de One Tree Hill’de Ravens
takımından Koç Whitey’dir. Küçük bir Amerikan kasabasında, yaşlarının çok
üstünde problemlerle boğuşan bir lise dolusu ergenin hayatında anne
babalarından çok daha kıymetli bir yeri vardır Whitey’nin. Aynı berbat babayı
paylaşan ama bunu çok sonra öğrenen
Lucas ve Nathan sonunda birbirine kardeşten öte düşkün iki insan oldularsa,
Peyton o aşırı huzursuzluklarını bir tarafa bırakıp, Brooke Davis bile mutlu
olabildiyse bunda hep onun parmağı vardır.
Gençler problemli ailelerinden,
lisede yaşadıkları o tuhaf sosyal baskıdan, cümle aşk acısından, yaşadıkları
eksik ne varsa hepsinden basketbol, Koç Whitey ve arkadaşlıkları sayesinde kurtulur,
kendi hayatlarını kurup o hayata sahip çıkabilecek erişkinler olurlar, zira
erişkin olmak sadece 18 yaşını geçmek değil, esas olarak hayatının kontrolünü
elinde tutabilme cesaretidir.
Aşırı güzel
müzikleri (dizinin bir tarafı basketbol, bir tarafı müziktir çünkü), bol sayılı
maçları, her Türk gencinin ‘Bizim okulda neden yok?’ diye en az bir kere
düşündüğü cheerleader’ları ile One Tree Hill insana umut veren, izledikçe
izlenesi gelen bir dizidir. 2012 yılında biten bu dizinin sırf açılış müziği
bile insanın içini gazla doldurmaya, ‘Hayat benim değil mi arkadaşım sen ne
karışıyorsun?’ diye yollara çıkmaya yeter bazen (I Don’t Want to Be-Gavin
deGraw). ‘Bitmiş gitmiş diziyle ne işim olur?’ demeyin, bence bir şans verin.