Serkan Çayoğlu: Mehmet Günsür ile oynamayı çok istiyorum...

Serkan Çayoğlu: Mehmet Günsür ile oynamayı çok istiyorum...
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu - Mekân: Spago İstanbul (st. regis)
Mekâna adım attığı an bakışların kendisine çevrildiği, “Adam yakışıklı, konu kilit” tabiriyle özetlenenlerden biri o. Öznemiz pek tabii ki; Serkan Çayoğlu. Kendisiyle repo gününde St. Regis Hotel’in en üst katındaki Spago İstanbul’da bir araya geldik. Sohbet etmeye başladığında bünyesinde kasıntılığa yer olmadığını görüyorsunuz. Aksine konuşurken içinden çekingen bir çocuk çıkıyor. Hatta bu özelliğinden ötürü bazı soruların cevaplarını ağzından cımbızla aldım desem yanlış olmaz. Ancak röportaj bitip de objektif karşısına geçtiği an bambaşka birine dönüşüyor. Objektif arkasındaki Emre daha “Kolunu şuraya yasla, başını hafif  sağa doğru çevir” demeden o pozu zaten vermiş oluyor. Bu da modellik geçmişinden kalan miras olsa gerek.

Onu bugüne kadar tüm moda çekimlerinde klasik veya klasik spor tarzda parçalarla gördüğümüz için günlük hayatta nasıl giyiniyorsa o şekilde fotoğrafladık. “Düz bir tişört, altına bermuda ve terlikler; benim olayım bu” diyen Serkan, aslında tatil yapıp özgür günlerin tadını çıkarmaya niyetlenirken kendini ‘Hayatımın Aşkı’ setinde bulmuş. Projeyi kabul etmesini ‘’Senaryoyu gerçekten çok beğendim. Ketche gibi kreatif, değişik bir kafayla yola başlayacak olmak da çok büyük artıydı’’ sözleriyle açıklıyor. Söz birlikte rol aldığı usta isimlerden Zafer Algöz ve Avni Yalçın’a geldiğinde ise ‘’İşte, onlarla ilgili seninle saatlerce konuşabilirim’’ diyor. Tabii Hande Doğandemir’in kulaklarını da çınlatmadan geçmiyor ve konu birlikte rol almayı en çok istediği isme gelince de hiç düşünmeden Mehmet Günsür cevabını veriyor.

O zaman daha da lafı uzatmadan Emre’nin her zamanki gibi güzel kareleri eşliğinde Serkan Çayoğlu sohbetine buyurun!



● ‘Hayatımın Aşkı’nı tercih etmenin öncelikli nedeni neydi?
Kasım ayında ‘Kiraz Mevsimi’ bitmişti. Aslında ben biraz daha bekleyecektim. Tatile çıkmak ve kendi kişisel gelişimim için bir şeyler yapmak istiyordum. Oyunculuk atölyelerine katılırım, hobilerime yoğunlaşırım diye düşündüm. Hatta o dönem motor ehliyeti alayım diye kursa başladım. Şubat sonu, mart başı gibi ‘Hayatımın Aşkı’ için görüşmelerimiz oldu. Klişe olacak ama senaryoyu gerçekten çok beğendim. Ketche gibi kreatif, değişik bir kafayla yola çıkacak olmak da çok büyük artıydı. Demir’in Ayaz’dan farklı olması da tabii cezbedici bir unsurdu. Bu durum karşısında da tatil yapma hayalleri suya düştü ve kendimi sette buldum (gülüyor).
 
● ‘Hayatımın Aşkı’, her ne kadar ilk bölümlerde sit-com tadında olsa da romantik komedi türünde. Bu yönden kendini tekrarlama tedirginliği yaşadın mı?
Evet, senin de dediğin gibi ilk başlarda komedi unsuru çok ağırlıktaydı. Sit-com havası hâkimdi. Absürt komedi diyebilirim ilk zamanlarda. Şimdiyse romantik komediye doğru evriliyor. İlk işim ‘Kiraz Mevsimi’, bu türün miladıydı. Akımı o başlattı. 60 bölümlük dizide her şeyi yaptım romantik komedi anlamında. Bu nedenle ‘Hayatımın Aşkı’nı okuduğumda senarist ve yapımcımızla oturup Demir’in hikâyesinin ilerleyişini konuştuk. Karakterimin birkaç bölüm içinde nasıl evrileceğini öğrenmek istedim. Ayaz’dan tamamen farklı bir karakter olmayacağını biliyordum ama değişik bir yerden götürmek istedim. Bu konuda anlaştığımız için de ‘Hayatımın Aşkı’nı kabul ettim.
 
● Dizide yakın zamanda dördüncü kez reji değişti. Bu durum senin performansını nasıl etkiledi?
Aslında bu tarz yönetmen değişiklikleri yurt dışında yaygın. Belki çok uç bir örnek olacak ama ‘Game of Thrones’da iki üç bölümde bir yönetmen değişiyor. Pek tabii Amerikan televizyon sektörü ile bizimkini kıyaslamamız imkansız. Her şeyden önce biz sürekli setteyiz. Aileniz veya sevdiklerinizden çok settekileri görüyorsun. E, birlikte rol aldığın oyuncu arkadaşların dışında sürekli temas halinde olduğun yönetmen, yardımcı yönetmen, ışıkçı, görüntü yönetmeni var. Yine klişeye kaçacağım ama gerçekten sette bir aile ortamı oluyor. Bağ oluşturuyorsun ekiple. Evet, dördüncü kez değişti ama gelen her yönetmenin tarzı birbirinden farklıydı. Bu da oyuncuyu besliyor. Ketche’yle yola başladık, sonra Osman Taşçı ardından Barış Yöş geldi ve şimdi de Uğur (Yağcıoğlu) ile çalışıyoruz. Hepsi de kendi imzalarını atarak hem Demir’e hem de diziye farklı bir soluk getirdi. Uğur’un geldiği gün şansa Hande’yle (Doğandemir) benim çekimimiz yoktu ve bu sayede Uğur’la tanışma şansımız oldu. Her gelen yönetmen bizi rahatlattı. O nedenle şanslıyız.
 
● Biraz da partnerin Hande Doğandemir’in kulaklarını çınlatalım. Nasıl betimlersin onu?
Sette çok rahatız. Onunla çalışmak çok keyifli. Karaktere çok hâkim olduğu için bir anda bir şeyler ekleyebiliyor. Karşılıklı çok güzel paslaşıyoruz. Bu durum zaten tüm oyuncu kadrosu için geçerli. Herkes birbirini çok seviyor. Zafer Algöz ve Zeynep Eronat gibi usta isimlerle çalışıyoruz. Zafer Abi’nin enerjisine hayranım. Gökçe karakterinin evindeki çekimlerde genelde sette 50 kişi oluyor. Ve çok büyük bir ev olmadığı için ortam hep çok sıcak oluyor. Bu da enerjini düşürebiliyor tabii. En nihayetinde mayışıyorsun. Fakat “üç… iki… bir… kayıt!” denildiği an Zafer Abi’den öyle bir enerji çıkıyor ki sen de resmen hazır ol’a geçiyorsun. Bu enerjiyi nereden buluyor bilmiyorum (gülüyor). Bu arada babamı canlandıran Avni Abi’den (Yalçın) de bahsetmeden geçmeyeyim. Onunla karşılıklı oynadığım zamanlar senaryoyu bir kez okuyordum, ezber bile yapmıyordum. Öyle bir oynuyor ki sen de repliklerini otomatik olarak söylüyorsun zaten. Seni oynatıyor aslında. Avni Abi’nin bu doğallığı bana da geçti. Bazı sahnelerde kendimi “Avni Abi nasıl yapıyordu?” derken buluyorum.
 
● Hem ‘Kiraz Mevsimi’ hem de ‘Hayatımın Aşkı’nı düşünürsen bugüne kadar en çok hangi sahnede zorlandın?
‘Kiraz Mevsimi’nin bir bölümünü Polonezköy’de çekiyorduk ve kar yağıyordu. Ayaz kaldıkları otelde Öykü’nün penceresinden bir ağaca kırmızı ip sarkıtıyor. Sonrasında da gidip ağaca çıkıyor ve Öykü’ye ipin yardımıyla yüzük gönderiyor. Sahneyi izleyen Kirazcanlar anlamıştır zaten (gülüyor). İnmek daha zor olacağı için ben o ağacın üstünde tam 3 saat kaldım ve hatırlatayım, kar yağıyordu. Sahnenin yakınlarına geçtiğimizde çenemi oynatamıyordum. Sözlerin yarısını attık ve parmaklarım soğuktan kızardığı için el detayı çekemedik.



● Geçtiğimiz yıl FOX International’ın davetlisi olarak 67’nci Emmy Ödülleri’ne katıldın. Nasıl bir deneyimdi senin için?
Anlatması zor aslında. Çok farklı ve sıcak bir ortam hâkimdi. İlk bakışta ağır ama aslında çok salaş ve rahattı insanlar. En önemlisi herkes çok samimi ve sıcaktı. Her şey dakikasına ve hatta saniyesine kadar organize edilmiş ve gerçekleşmişti. Dizi sektörünün ‘Şampiyonlar Ligi Finali’ desem belki tarif etmiş olurum.
 
● Kaçınılmaz olarak kendini orada aday olarak da hayal etmişsindir. Uzun vadeli hedeflerin var mıdır?
Hedeflerim geneldir. Pek çok oyuncu gibi ben de farklı karakterleri canlandırmak istiyorum. Dizi dışında sinema filmi ve tiyatro oyunu hayalim var. Yurt dışında oyunculuğa devam edebilirim. Hatta ilk etapta Almanya, İtalya veya Londra olabilir. "Beş yıl sonra kendini nerede görüyorsun?’’ dersen onu hiç bilmiyorum. O sorunun cevabı bende yok (gülüyor). Programlı yaşamıyorum, spontanlığı seviyorum.
 
● İki kedin olduğunu duydum; adları Leyla ve Zeynep. Nereden geliyor bu isimler?
Tamamen spontane ve üzerinde çok düşünülmemiş (gülüyor). Klasik Türk adlarını seviyorum. Menajerime sormuştum aklında bir isim var mı diye; o da Leyla deyince hoşuma gitti. Zeynep ismini de sevdiğim için diğerine de bu adı verdim.
 
● Hangi konuda yeteneğinin olmasını isterdin?
Müzikle keşke daha çok ilgilenseydim. Aslında yeteneksiz sayılmam, babamdan gelen bir yetenek var. Çünkü o birçok enstrümanı çalabiliyor. Bende müziğe merak sonradan başladı. Şimdi birkaç şey öğreniyorum ama tabii profesyonel anlamda değil.
 
● Bugünkü Serkan geçmişe gitme şansına sahip; hangi yaşına dönerdin ve ona hangi tavsiyede bulunurdun?
Sanırım 18 yaşına geri dönerdim. Baba evinden ayrıldım o dönem ve şu an o zamana geri dönsem, farklı okullarda oyunculuk üzerine yoğunlaşırdım. Değişik ülkelerde farklı projelerde yer almayı hedeflerdim.
 
● "Karşılıklı oynasak enteresan ikili oluruz" dediğin oyuncular kimler?
Hangi birini söylesem (gülüyor). Kadın partner kısmına hiç girmeyeyim, sonra hep yanlış taraflara çekiliyor. Fakat özellikle Mehmet Günsür’le oynamayı çok istiyorum. Ve kim sorsa direk ilk onun adını veririm. Bir de Halit Ergenç’le rol almak da benim için büyük bir şans olurdu.

 

 
KISA KISA
 
Son zamanlarda en çok etkilendiğin film:
The Danish Girl ve The Big Short
 
En çok ağladığın film:
Film değil de ‘Game of Thrones’da Hodor’un ölümünde gözlerim dolmuştu.
 
Takip ettiğin diziler:
‘Game of Thrones’, ‘Outlander’ ve ‘House of Cards’. ‘House of Cards’ın ilk dört sezonunda bazı bölümleri iki kez izlemişimdir. Kevin Spacey ve Robin Wright’a hayranım. Spacey’nin canlandırdığı Frank Underwood’un hırsını ve azmini müthiş anlatmışlar.
 
En son okuduğun roman:
Paulo Coelho’nun ‘Simyacı’sı ve Kazuo Ishiguro’nun ‘Beni Asla Bırakma’sı. Fakat üç aydır maalesef okuyamıyorum.
 
Son zamanlarda dinlediğin müzisyen:
Kalben
 
Sana alınabilecek banko hediye:
Güzel soruymuş. Tatlı ve dondurma (gülüyor). Dondurma hastasıyım. Hediye genel anlamda güzeldir. En son dün ekipten biriyle ladese girdik. Bakalım hangimiz diğerine ayakkabı alacak?
 
Kendini en mutlu hissettiğin yer:
İspanya
 
İstanbul’da kendini en mutlu hissettiğin yer:
Boğaz. Herhalde burada doğup büyümediğim için İstanbul’u çok seviyorum. Vapurla bir yakadan diğerine geçerken geçirdiğin zaman benim için çok özel ve güzel. O rüzgârı yiyip denizin kokusunu içine çektiğin o an paha biçilemez.
 
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER