Aladağlar bu sene hiç
olmadıkları kadar yemyeşildi. Belli ki bembeyaz örtüyle kaplı olması gereken
vadiler ve platolar, erkenden gelen kızgın bahar güneşine teslim olmuş, eriyen
karların sularıyla beslenen çiçeklerle bezenmiş çayırlarını alabildiğince
gözönüne serebilmişlerdi. Normalde bu ağaçsız ve gölgesiz ortam, o erkenden
ortaya çıkmış güneşin kavuran yaz başlangıcı ışınlarının dereleri ve buzul
göllerini aniden kurutmasıyla sarımsı turuncu-kahverengi bir renk alır ve kısa
sürede ortalıkta toprak, taş ve kaya haricinde yeşillik adına ancak keçilerin
yiyebileceği bir avuç sert yapraklı çalılık kalırdı.
Bu sene öyle olmamıştı, bu
sene yaz başlangıcı hava bulutlu ve nemliydi, bu sene aladağlar kızgın yaz güneşine
belki bir hafta daha fazla direnebilmişti. Bahar sonlanmadan tüm karları
eritebilen güneş, yaz başında etrafını saran gri-kara bulutlardan dolayı
ovalara ve vadilere bir türlü erişememişti. En mutlu günlerinde bile ancak
gökyüzündeki mavi-beyaz ince tül kaplı perdesinin ardından gülümseyebilmişti
tüm gün aşağıya, ki o bile vadilerde ve yamaçlarda dolaşan insancıkların
suratlarının kızarmasına yetebilmişti. Bu sene dağlara kamp kurmaya gelmiş
insanlar bolca ıslanmış, hafif üşümüş ama yine de keyifle dönmekteydiler
evlerine, sislerle kaplı dağların eteklerindeki yeşil kalmış vadilerin ve
ovaların arasından. Çünkü şu son beş gün içinde beş yıldır akıllarında biriken
iki zor zirveyi birden tırmanmayı başarmışlardı onları gitgide zorlayan hava
koşullarına rağmen.
Neredeyse bir haftalık
teknolojiden uzak doğa macerası dönüşümde karşıma çıkan etkileyici ve
ferahlatıcı manzaralar eşliğinde bu bölümün nasıl geçtiğini bile anlamadım.
Hayatımızı beton bloklar arasında geçirirken dünya üzerinde böyle doğal güzellikler
olabileceğini unutabiliyoruz veya bazılarımıza doğa ile taştan şatoların uyumlu
birlikteliği imkansız gelebiliyor. Ama işte ekranda gördüklerimiz bu dünyada
var ve sadece bir kaç küçük dokunuş, bir perde, birkaç paravan yardımıyla,
şimdiki zamanın ufak ve uyumsuz eklentileri kaldırılarak o ‘tablovari’
görseller oluşturulabiliyor. Biz de binalarımızın arasında kalmış ağaçlarımızı
keserek aynı şekilde hızla ve gitgide uyumsuzluğu gideriyoruz ruhumuzdaki.
Kuzeydeki büyük savaş öncesi
Stark'ların toparlanma çabaları bölüme
damga vurdu ve daha önce adı geçen bir kaç derebeyi haneyi evlerindeki
soylu duruşlarıyla birlikte izleyebildik. Toplanan karma ordu kazanmaya
yetmeyecek gibi görünüyor, hatta yabanıllar ve kuzeyli haneler Kışyarı için
savaşamadan birbirlerine bile girebilirler. Orduyu güçlendirmek için şövalyelere
ve deneyimli askerlere ihtiyaç var ve
üstelik en işe yarayabilecek olan Karabalık da kuşatma altında, hem de daha
güneyden gelebilecek bir yardımı engelleyecek şekilde, planlı programlı ve
sabırlı bir kuşatma altında. Bakalım güneyden nasıl ve nereden gelecek bu
yardım.
Arya’nın ölmesine sevindim! Çok
gereksiz bir karakterdi ve konudan sapmış bir hava yaratıyordu. Sadece şu
Bravoos’u ve tarihi doku dolu görüntülerini özleyeceğim... Hmmmm.... Sanırım
benim Venedik zamanım gelmiş... ‘Dur bakalım ne diyorsun, o
ölmedi ki! Aynen Sandor Clegane gibi 1-2 sene sonra ortaya çıkacak! Allah onun
yazgısını tamamlaması için sağ kalmasını sağlayacak, tekrar aramıza
gönderecek!’ dediğinizi duyar gibiyim, biliyorum benim ki sadece bir dilekti –
wishfull thinking.