"Adara en çok kışı severdi çünkü dünya yeterince soğuduğunda buzul ejderi gelirdi. Buzul ejderini soğukların mı getirdiğine, yoksa ejderhanın mı dondurucu soğugu ortaya çıkardığına hiç bir zaman emin olamamıştı. Kendinden iki yaş büyük ve doyumsuz şekilde meraklı ağabeyi Geoff’u sıklıkla tedirgin eden bir soruydu bu, fakat Adara bu gibi sorularla pek ilgilenmezdi. Soğuk ve karlar ve buzul ejderi beraberce tam zamanında ortaya çıkarlarsa, o mutlu olurdu.
Doğum günü sayesinde, her zaman ortaya çıkacakları günü bilirdi. Adara, yanlarındaki çiftlikte yaşayan ve diğer herkesin doğmasından önce olan olayları hala hatırlayabilen yaşlı Laura için bile hatırlanabilecek en korkunç don zamanı doğmuş bir kış çocuğuydu. İnsanlar hala o dondurucu kışı konuşurlardı. Adara sıklıkla onları duyardı.
Başka şeylerden de bahsederlerdi. Annesini o korkunç kışın soğuğunun öldürdüğünü söylerlerdi, uzun süren doğum gecesinde Adara’nın babasının yaktığı büyük ateşi aşarak, ve doğum yatağını kaplayan kat kat battaniyelerin altına sızarak. Ve soğuğun Adara’ya ana rahminde işlediğini anlatırlardı, doğduğunda teninin neredeyse soluk mavi ve dokunulduğunda buz gibi olduğunu, ve o günden beri bunca yıl hala ılınmadığını. Kış ona değmişti, onda izini bırakmış, ve onu kendinden biri yapmıştı..."
Yukarıdaki paragraf, G.R.R. Martin’in ‘Buzul Ejderi’ adlı çocuk romanının girişinden alıntılandı..
1984 yılında ilk defa ejderhalarla tanışacaktım, 14 yaşında olacak ve etrafımda benden haz etmeyen, nefret ettiğim ergenler olacaktı. Okulda her gün kavga edecektim ve her zaman dayak yiyecektim. Kalabalıklar arasında yalnız kalıp hocalarımdan azar işitecektim. Yine de eve dönmek istemeyecektim, çünkü evdeki tek cocuk olarak her dönüşümde hırgür çıkaran, kavga eden temizlik hastası bir ana ve ancak bağırarak iletişim kuran işkolik bir babanın esiri olacaktım. Yine de o beş değişik renkteki devasa yaratıklar, kırmızı, siyah, mavi, yeşil ve beyaz ejderhalar benim yaşamımı derinden etkileyecekti.
Evet evet! 1984 yılında "Zindanlar ve Ejderhalar""la tanışmak benim hayatımı değiştirecek, teker teker herkesi, önce annemi babamı sonra komşuları sonra akrabalarımı, en son okulumdaki tüm sınıf arkadaşlarımı ve öğretmenlerimi öldüreceğim. Henüz sadece beş renk ejderha olacak, buzul ejderleri, metalik renkliler, hatta gölge ejderi daha ortaya çıkmamış olacak. Onlar ancak 90’ların başlarında ortaya çıkıp kural kitabına yazılacaklar. Olsun benim için hiçbir şey değişmeyecek! Hayatımdaki herkesi çoktan öldürmüş olacaktim.
Bu sayfalarda buzul ejderinin hikayesini G.R.R.Martin’in (ne büyük tesadüf ki) 1984 yılında basılmış yukarıdaki ilk hikayesini henüz okumadan hatta böyle bir hikayeyi yazdığını bile bilmeden yazmaya başlamıştım. Balerion’un hikayesinin ana karakterlerinden biri olacaktı. Adam benim bunu yazacağımı öngörmüş ve ta 1980 yılında buzul ejderhalarının patentini almış. Ne diyelim, kalp kalbe karşıdır derler, ama beni aldı bir düşünce, adam ‘kapıyı tutmuş’ sanki bana yazma hikayeni diyor. Hatta belki kendi çoktan yazdı bi kenarda saklıyor ejderhaların hikayesini.
Bölümde doğuda kuzeyde ve batı denizinde artık ok yaydan çıkmak üzere, kuzeydeki savaş öncesi taraflar belirleniyor. Güneyde Tyrell ve Marteller yine uykuda. Surun ötesindeyse sır perdesi aralanmaya başlıyor. Akgezenler'in çoğu beyinsizce takılsa da lider konumdakilerin düşünebilen zeki yaratıklar olduklarını, belirli bir amaç peşinde planlı şekilde koştuklarını ilk defa bu bölüm fark ettim. Hatta bu liderler bir başka paralel evrende ellerinde şarap, türlü dünyevi zevklerden faydalanıyor bile olabilirler şu anda. Brandon Stark artık tüm zamanlarda ve mekanlarda sınır tanımadan sörf yapacak gibime geliyor, ne de olsa kablosu kopsa da wi-fi ile hala bağlı kaldı ortamda. Bakalım nasıl başa çıkacaklar bu afacan hacker ile?
Son söz olarak tahtların oyununun hikayesinde zaman döngüsünü kullanmak tehlikeli ve yasak olmalıydı, çünkü dizide zamandaki geri dönüş yolculuklarının paradoksu çok kafa karıştırırdı.
*** Balerion çaresizdi. Balerion belki de ilk defa korkuyu içinde hissetmişti. Kuzeyde karlar arasında nereye bakacağını bilmeden dolanıyordu. Üstelik tüm gün aşağılarda yağmur yağmıştı, hava kapalı ve soğuktu. Bulutların arasında kaybolduğunu düşündü dev kara ejder, ne yapacağını bilemiyordu. Kuzeyde, dağların ortasında, yüksek ovaların arasındaki açıklığı fark edene kadar kafası karışıktı. Geçmişi onu buraya kadar inatla kovalamıştı, kardeşi geçmişiyle arasındaki son bağ, yok edilmesi gereken son varlıktı.
Aşağıda ufak tefek yaratıklar, insan çocuklar ellerindeki kırık dökük mızraklarla koca koca adamlara saldırdılar. Balerion başta umursamazca izledi anlamsız cabalarını. Sonra çocukların çığlıklar içersinde çoğalmalarını izledi. Koca adamlar kalın zırhlarının ağırlığını taşıyamayarak birer birer çöktüler karlara, karlar kıpkırmızı olmuştu bile... Birden, içlerinden biri, en cesuru ya da en aptalı elindeki mızrağın ucunu karşısındaki meraklı gözlerle ona bakan çocuğa sapladı. Balerion gözlerini kıstı, yorgun ve uykusuzdu ama yine de hikayesine devam etme kararı verdi.***