“Şimdi biz, arasına başka sözcükler girmiş iki kelimeyiz. Uzak ama devamı birbirinin.”
Başak Buğday (Ihlamur Günlükleri)
Arasına başka sözcükler, iki buçuk sene, çok büyük bir acı, derin bir belirsizlik, bambaşka insanlar, zifiri karanlık, dipsiz bir yalnızlık, bitmek bilmeyen bir aşk girmiş iki kelime; Ilgaz ve Ceylin. Bu iki kelimenin geçtiği cümledeki tek bağlaç ise Mercan.
Ilgaz ve Ceylin daha ilk bölümden birbirlerine görünmez bir bağ ile bağlanmışlardı aslında. Bir daha da hiç kopamadılar zaten. Ne kadar isteseler de. Ne kadar istense de. Mercan’ın gelişiyle bu bağ görünür bir hale geldi sadece. Artık sadece duygular ve hisler yoktu, minicik bir bebek de vardı.
Geceleri ağlaması durmayan, sürekli altına yapan, ne yapsalar uyutamadıkları, banyosunu yaptırırken bile düşüp bayılacak kadar heyecanlandıkları bir bebek. Sonra o bebek ilk adımlarını atmaya başladı, ardından yavaş yavaş konuşmaya, anne demeye, baba demeye, pizza yemeye… Bir çocuğa sahip olmanın çok büyülü bir şey olduğunu düşündüm hep. Dünyalar kadar sevdiğiniz birinden bir parça. Ceylin bir bebeği olmalı fikri aklına ilk düştüğünde “Ben bunu sadece seninle yaşamak isterim.” demişti Ilgaz’a. Sadece seninle. Kurduğu her hayalde olduğu gibi bu hayalinde de sadece Ilgaz vardı.
Bu kadar hayali kurulan bir birliktelik, bu kadar hayali kurulan bir bebek ve sonrası kocaman bir boşluk. Mercan kaçırıldığında belki de bir çocuğun en güzel zamanları denilebilecek yaştaydı. Sadece Mercan’ın kaçırılması olarak bakamıyorum bu yüzden olaya. Bu biraz da çalmak. Küçücük bir kızdan ailesini, ailesinden küçücük bir kızı, birlikte kutlayamadıkları doğum günlerini, Mercan’ın iki buçuk yıl boyunca çizdiği resimleri, mutlu pazar sabahlarını, yapacakları kumdan kaleleri, yiyecekleri pizzaları, hayatlarını çalmak. Ilgaz’dan Ceylin’i, Ceylin’den Ilgaz’ı çalmak. Ceylin’den renklerini çalmak.
Dilek’in ablasının kalpsizliği bir kenara Dilek’in kendisi de bana kalbinin olup olmadığını sorgulattı izlerken. Böyle insanların nefes almaması gerektiğini düşünüyorum bazen. Kimsenin içi bu kadar kötülük dolu olmamalı.
Ilgaz ve Ceylin’in mahvolmuş hayatlarının yanına Mercan’ın boşluklarla doldurduğu iki buçuk sene eklendi son yayınlanan bölüm ile birlikte. Büyük ihtimalle Mercan ilerleyen bölümlerde Ilgaz ve Ceylin’i hatırlamayacak. Gerçek ismini bile bilmezken ailesini nasıl hatırlayabilir ki? Evet hatırlayamaz belki ama hissedebilir. Hissetmiş de zaten. Çizdiği resimler, oynadığı oyuncuklar hepsinde farkında olmasa da Ilgaz ve Ceylin’in izleri var. Dış görünüşünde, mimiklerinde hatta davranışlarında bile gerçek anne babası var. Çok uysal bir kız olmuş gibi gözüküyor, aynı Ilgaz mesela. Oyuncaklarının dağınıklığı ve odasının düzeni de bana nedense Ceylin’i hatırlattı.
Mercan’da Ilgaz ve Ceylin’e dair kalan en belirgin hatıralar annesinin kolyesi ve kaya kalesi inşaatı sanırım. İki buçuk yıl boyunca yaşatıldığı evin bahçesinde hiçbir şeyden habersiz hala kumdan kale yapıyor oluşu, çizdiği resimlerde Ceylin’in kolyesini resmetmesi, resimdeki hayat ağacının dallarının gerçek ismi Mercan’a benziyor oluşu; bir başkasını ailesi bilse bile gerçek ailesine “Sizi hala unutmadım.” deme şekliydi belki de.
Ceylin’in ve Ilgaz’ın Mercan’ın yeni hayatıyla karşılaştığı sahneler bana sadece acı değil derin bir boşluk da hissettirdi. İzlerken bomboş hissettim. Hani bazen çok sevdiğimiz bir eşyayı kaybederiz bir kıyafet, bir kalem, bir kulaklık mesela. Ardından bir anda sürpriz bir şey olur ve tekrar buluruz. O an keşke ilk kaybettiğim anda bulabilseydim, bunca zaman hep ihtiyacım oldu ama bulamadım hissi yerleşir ya içimize. Ufacık bir kalem, indirimden aldığımız bir kıyafet için bile bunları hissederken; canının parçası çocuğunu kaybetmek, nerede olduğunu bilmeden, ölüp ölmediğine emin olamadan, kafanda milyonlarca soru işaretiyle, neredeyse üç koca sene geçirmek insanı günden güne yer bitirir.
Ilgaz ve Ceylin’in bitmiş olan hayatlarının bittiği yerden yeniden başlamasıydı aslında bu son bölüm. Bir cümlede bağlaç olmadan iki kelimeyi birbirine bağlayamazsınız bazen. Ilgaz ve Ceylin de Mercanları olmadan birbirlerine bağlanamadılar, koptular. İki ayrı kelime oldular ama aslında birbirlerinin devamıydılar da. Birbirlerine olan bakışlarında bile bu çok uzak fazla yakın duygusunu hissedebiliyorduk ancak özellikle son iki bölümde bu his biraz daha somutlaştı. Sürekli temas halinde bir çift izledik. Hiç aralarına başka sözcükler girmiş gibi değillerdi. Anne baba olduklarını yeniden hissettiler çünkü. Biz bir zamanlar bir aileydik hissi yeniden kalplerine yerleşti.
Duygusal sahnelerde her ne kadar bir zamanlar aile oldukları için birbirlerine sarıldıklarını, acılarını paylaştıklarını hissetmiş olsam da Ceylin’in arabada uyuya kaldığı, Ilgaz’ın üzerini örttüğü, gülüştükleri, Ilgaz’ın Ceylin’in her dediğini anında yaptığı, kolyenin ait olduğu yeri bulduğu sahnelerde hala eski Ilgaz ve Ceylin’diler. Anne baba olan değil, ta ilk sezondaki Ilgaz ve Ceylin. Birlikte dava çözen, suçlu arayan ama aynı zamanda tüm acıdan, polisiyeden sıyrılıp kalpleri ısıtan o ikili.
Kolye yeniden yerini bulduğu gibi iki kelimenin arasındaki bağlaç da yakında ait olduğu yeri bulacak belli ki. Birbirine uzak düşmüş iki kelime de birbirlerinin devamı olduklarını, ancak birlikte var olabileceklerini yeniden hatırlayacak ve yeniden birbirlerinin ailesi olacaklar.