“…Kırgınım
sana ben.
Yalnız
beni değil, kendini de kandırmışsın.
Kırgınım
sana ben.
Üstelik bu ana dek hiç kırılmadığım gibi…”
Kızgınlık,
kırgınlık, acı, pişmanlık, hırs, aşk… Ve hepsinin bir araya gelmesiyle birlikte
ortaya çıkan büyük patlamalar…
Ablasının
gözünü bürüyen hırs sonucu nereye saldıracağını şaşırmasıyla birlikte sırtından
vurulan Asya’nın hayal kırıklığı ile başlayan bölüm, Tolga’nın da dahil olmasıyla
bütün ailenin bu kaosa sürüklenmesiyle, Selin tarafından gözü boyanan ve zaten
numunelik olan şuurunu da kaybeden Nazlı’nın kendini haklı bulmayı sürdürerek işleri
daha da çıkmaza sürüklemesiyle devam etti.
Ufak
bir parantez açmak gerekirse; aile hesaplaşmasında bütün karakterlerin duyguları,
yaşadıkları ikilemler, bunları dile getirmeleri ve karşılıklı yüzleşmeleri gerçekten
çok iyiydi.
Yarattığı
kaosun etkisiyle istediğini elde edebileceğini zanneden Nazlı’nın bütün hırsı ve
gazıyla, Asya’ya dair şeyleri herkese çarşaf çarşaf ilan etmesi; insanın en yakınından
nasıl darbe yiyebileceğini Asya’ya gösterirken ona uzanıp destek olan el ise hikâyenin
başında güvenmediği Tolga’dan geldi.
Asya’dan
zaten haz etmeyen annesinden ve dolaylı da olsa yarattığı durumdan her şeye rağmen
gayet memnun olan Selin’den gelen bütün durdurma hamlelerine rağmen her
seferinde Asya’nın yanında olup ona iyi gelmeye, onu mutlu edip kendine gelmesi
için bulduğu her yolu denemeye başlayan Tolga’nın içindeki aşık adam her geçen
saniye ortaya çıkmaya devam edip etrafındakileri şaşırtırken ailesindeki sarsıntılara
dayanamayıp huzurunun bozulması riskine karşın elde ettiği her şeyden vazgeçip
bir anda eski işine dönmeye karar veren Asya ise herkesi şaşırtmakla kalmayıp
ortamda bomba etkisi yarattı.
Bir Külkedisi
masalı ile başlayan hikayesini ve girdiği şöhret yolunu elinin tersiyle itip
sadece huzurlu bir aile hayatı isteyen Asya’nın tezgahtarlığa dönmesi, başta
Tolga olmak üzere herkesi şoka sokarken onu vazgeçirmek uğruna Tolga’nın girdiği
haller ise görenlere hayret dedirtti.
“…Ben gökyüzünü
tutamam.
Yıldızları
çalanlar var, bu karanlığın sebebi onlar.
Sözlerimi
tutamam,
Hayalleri
çalanlar var.
Bu
vazgeçişimin suçlusu onlar…”
Selin,
sahte zaferinin yarattığı keyiften dört köşe bir halde Asya’yı tamamen
unutturmak için yeni oyuncu arayışlarına girerken Asya olmadan o diziye devam
etmeyeceğini söyleyerek bu yolda onun yanında tezgahtarlığa başlayan Tolga bir
yanda; hikayesini kendi tarafından anlatınca herkesin ona kırmızı halılar
sereceği gibi bir masala inanıp bu yolda her şeyi mubah gören Nazlı’nın gerçeklerle
yüzleşmesi ise arka fonda bir kapak sesi yankılattı.
Yüzüne
gülen herkesin tek amacının onu oyuncu yapmak değil magazin malzemesi almak
olduğunu geç de olsa anlayan Nazlı’nın biraz süründüğünü görmek hiç fena olmazdı
gerçi. Zira bana göre, Asya’ya kızıp kendini hakkı yenmiş olarak görmekte gerçekten
haklı olduğu tek nokta Selçuk’un Asya’ya karşı hissettiği duygulardı.
Tolga’nın,
Asya’yı kararından vazgeçirmek uğruna mağazada geçirdiği yorucu günün ardından
tam ikili arasında tatlı anlar yaşanacakken Selçuk ve Nazlı meselesi buna tam
yerinde limon sıktı.
Kız
kardeşler bir yerde kendi hesaplaşmalarını yaşarken Selçuk’un bozuk saat
zamanlaması misali Tolga’yla konuşmaya karar verip eteğindeki taşları dökmesi
ise olan bitene deyim yerindeyse tüy dikti. Daha Asya’ya olan duygularını yeni
kabullenmişken Selçuk’un, karşısına dikilip ‘Ben onunla gerçekten evlenirim sen
de nikah şahidimiz olursun.’ tarzındaki konuşması Tolga’nın eteklerini tutuşturmuş
olacak ki bölüm sonunda ne zamandır beklenen aşk itirafı geldi.
Asya’nın
vereceği tepki ve sonrasında olacaklar henüz belirsizliğini koruda da haftalardır,
aşktan kaçmak uğruna deyim yerindeyse karşılıklı ıkınmalarını izlediğimiz çiftimizin
artık güzel günler görmeleri gerekiyor desek yalan olmaz hani. Ayrıca, sadık aşk
adamı moduna geçiş yapan yeni sürüm Tolga Tuna’yı izlemek de baya eğlenceli
olacak gibi…