Televizyon ekranlarında genelde
aşina olduğumuz durum, sevilen ve dikkat çeken işlerin benzerlerinin kısa süre
içinde çoğalması, çoğalması, çoğalması ve en sonunda bıktıracak noktaya gelerek
kendini tüketmesidir. Töre dizileri, mafya dizileri, yakın zamanda ise
psikolojik tabanlı dizlerde vs. gördüğümüz gibi. Yaz dizileri söz konusu
olduğunda ise bu trend birkaç yıldır yakışıklı ama soğuk CEO ile sakar ve fakir
asistanı sarmalına takılıp kalmıştı. Bilin bakalım acaba kimin yüzünden?
Ömer İplikçi, biraz Mr. Darcy
biraz Mr. Grey olarak (tabi genel izleyici kitlesine hitap etmek üzere belli
ölçülerde törpülenmiş biçimde) ekranlarda göründüğünden bu yana az önce
bahsettiğim gibi ekranın akışını büyük ölçüde değiştirmişti. Yerini dolduran
oldu mu derseniz, bu konu tamamen kendi sübjektif yorumumla tartışmaya
kapalıdır. :)
Bugünlerde ise yeni bir akım
olarak fazlaca benzerini peşinden sürüklediğini görmeyi çok ama çok istediğim yeni
bir karakter var karşımızda: Ferit Sancakzade. Üstelik karşılaşmayı hiç
ummayacağınız öyle bir konseptte ve hikâye içinde ortaya çıktı ki gerçekten
büyük bir sürpriz olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bunda ‘Kalp Yarası’ dizisinin
hangi mantıkla ve beklentiyle hazırlandığını çoğu izleyici gibi benim de
kestiremediğim tanıtımlarının ve fragmanlarının da büyük etkisi var. İlk
bakışta yeni bir konaklı ağa dizisi daha geliyor, yine kasıntı esas erkeğimiz
intikam diye diye bahaneler yaratıp kendine her türlü korkunç davranışı hak
görüyor, kadınlar hikâyede piyon olarak varlığını sürdürmeye çalışıyor
zannediyorsunuz. Ancak sonra tesadüfen bir şekilde diziye denk gelebilirseniz
veya gözünüz takılırsa Tomris Giritlioğlu gibi büyük bir tecrübenin genel
hikayesinden yola çıkan Kalp Yarası'nda işin aslının öyle olmadığını
görüyorsunuz. En son böyle bir önyargıya sırf isminden ve başrol seçiminden
dolayı ‘İstanbullu Gelin’ dizisinin (ki iki dizi arasında hikâye açısından
da oldukça benzerlikler bulunduğunu söyleyebiliriz) maruz kaldığını
hatırlıyorum. Ne tesadüftür ki orada da aynı şekilde bir ters köşe olmuş,
dizinin kalitesi tüm yönleriyle farkını ortaya koymuştu.
Kalp Yarası resmen kendi aleyhine
yaptığı tüm bu pr çalışmasına inat Ferit gibi yepyeni bir karakterle karşınıza
çıkıyor. Evet varlıklı bir ailenin gözbebeği olmak ve on parmağında on marifet
gibi belli klişeleri yine taşıyor Ferit ancak Ayşe ile tanışmasından itibaren
kendini belli eden yönleriyle ekranda uzun süredir ne kadar fazla sayıda
çirkin, yanlış ve aslında kanıksanmaması gereken şeye maruz bırakıldığımızı
tekrar hatırlatıyor.
Ferit'in ülkeye hakim olan üçüncü
sayfa haberlerindeki kasvete avukat kimliğini de katarak yaptığı çıkış,
planlandığı biçimde yeterince ses getirdi. Ama onda düğünden üç gün önce
kendisine ihanet eden nişanlısını hiç kimseye söylememek gibi yüce erdemlerden
tutun, ben karıştırmayayım diye sadece çantasının fermuarını açıp Ayşe’ye
uzatmak gibi küçük zarafetlere kadar daha neler var neler. Düğün gecesinin
sabahı kapıya konulan gelinlerden, farkındalık yaratmak kılıfı altında şiddetin
dozunun arttıkça arttırıldığı korkunç sahnelerden ve erkek karakterlerden sonra
Ferit Sancakzade oh be dedirtiyor. Yine toksik dilin hâkim olduğu annesine 'Ben
Ayşe'yle onu terbiye etmek için mi evlendim? Ne münasebet!' diye sınırlarını
hatırlatıyor. Sahte evlilik içinde olduğu Ayşe'ye benim soyadımı taşıyorsun,
ben ne dersem o, benim dediğim, benim istediğim gibi kalıplarla yaklaşmıyor. Tam
aksi ‘Sen bana sadakat sözü vermedin.’ kabulünde olduğu gibi sınırlarını ve
haddini aşmıyor. Ferit'ten en sık duyulan cümleler, sen nasıl istersenler,
sen bilirsinler... Ayşe’nin sakladığı bir şeyler olduğunu anladığında anlatması
için ona olan yaklaşımı, ters zamanlarda ani parlayışları sonrası dilediği
özürler, hepsini üst üste koyunca karşımıza tam anlamıyla ‘efendi’ bir adam
çıkıyor.
Şimdiye kadar hiç mi
defosu veya kusuru olmadı diye soracak olursanız, var elbette ki.
Ancak bunlar karakteri kabul edilemez yapmıyor, biraz daha gerçekçi hale
getiriyor. Ayşe'nin boşanma istediğinde zorla arabaya bindirmek, odanın kapıları
kilitleyerek cevap vermek gibi hareketleri Ferit’ten görmeyi pek ummazdım.
Ama orada da aralarındaki anlık gerilim ve kaybetme korkusunun etkisi
yadsınamaz.
Ferit ve abisi Sinan arasındaki
ilişki de ayrıca güzel işleniyor. Her zamankinin aksine birbirini kıskanan,
şirket içi çıkarlar sebebiyle birbirinin kuyusunu kazan düşmandan beter
diyebileceğimiz abi-kardeşler yok bu senaryoda. Sinan Ferit'in en büyük sırdaşı
ve de AyFer çiftinin en büyük destekçisi olarak nefis bir yere konumlandırılmış
durumda. Fakat diğer yandan Sinan'ın eşine olan kaba dili ve tavırları göze
batmaya devam ediyor. Annesinin zamanında sevdiği kadından ayırıp, şimdiki
eşiyle evlenmeye zorlamış olması da bu dili haklı çıkarmıyor. Ebru-Sinan
hikayesinin ise, Azade’nin zorla güzellik olmayacağını anlayıp, sonunda herkesi
mutsuz etmek pahasına Hande ve Ferit evliliğine olan ısrarını sürdürmekten
vazgeçmesine yardım edeceğini tahmin ediyorum.
AyFer çiftimizin ilişkileri artık
başladığına göre, klasik dizi gidişatımız içinde şimdi sıra kötü günlerde. Şu
ana kadar geldiğimiz noktada (dokuzuncu bölüm itibariyle) Ferit rayından
çıkmadan yoluna devam ediyor. Pusuda bekleyen ve doğrusu anlamsız biçimde
uzayıp sünen Baha meselesi sonrası da Ferit’ten yine aynı övgülerle
bahsedebilmeyi umuyorum. Açıkçası Ferit’e değil, senaristlere güvenmiyorum. Bir
ayrılık, yeni bir kalp yarası hikayesi için Ferit’in ağzından çıkanı kulağı
duymayan, şimdiye kadar söylediği her şeyin aksi yönde davranan yani kısacası
saçmalayan bir karakter haline getirilmemesini diliyorum. Tam tersi artık ne
ortaya çıkacaksa, Ferit’in sitemini de kırgınlığını da kızgınlığını da medenice
yansıtmasıyla bu Baha mıdır Maha mıdır çok da gerekli olmayan konunun anlamlandırıldığını
görmeyi tercih ederim.
Ayşe'nin de hakkını yemeyelim.
Baha meselesine kadar o da gayet iyi yazılan bir karakter(di). Açık sözlü,
lafını çekmeyen, aklına yatmadığında tavrını koyan oldukça aklı başında bir
genç kadın imajı çizilmişti. Konuları uzatmak ve çatışmalar yaratmak adına illa
verilmesi geren tavizler varsa bunlar Ayşe'nin başlıca karakter
özellikleri olmamalı. Bu çifti parlatan ve sevdiren çok açıkça biçimde
birbirleri ile konuşabilmeleri, öncelikle iki iyi arkadaş olup su gibi akan
sohbetleridir ki bu özellikleri araya yanlış anlamalar ve sırlar sokularak
zedelenmemeli. Aynı şekilde Ayşe’nin abartıya kaçan utangaç hali de buna dahil.
İlk aşkı da olsa ‘Asıl sen benden kork’ diyen o cesur Ayşe’nin seyir zevkini
almak seyircinin hakkıdır. :) İlişkileri başladıktan sonra her ikisinin de
girdiği liseli aşık halleri evet sevimliydi ancak tadı daha fazla kaçmadan iki
yetişkinin ilişki seviyesinde ilerlemeleri bundan sonra daha kıymetli hale
geliyor.
Bitirmeden önce kısaca değinmek
istediğim bir başka konu ise Gökhan Alkan’ın Ferit olmaktan gerçekten keyif
aldığını hissettirmesinin güzelliği. Yağmur Tanrısevsin ise varsın oyunculuğu
Emmy standartlarında olmasın enerjisi ve samimiyeti ile Ayşe’i çok güzel
taşıyor. İzleyiciler olarak böyle bir hikâyede, böyle uyumlu bir ikiliye denk
gelmek güzel bir şans. Ama ne yazık ki şans da her konuda yaver gitmeyebiliyor.
Bu konuda da başı yönetmen çekiyor maalesef. Detayların arada kaybolduğunu,
özellikle bazı anlarda gereken özenin verilmediğini yüksek teknik bilgiye sahip
olmadan bile fark edebiliyorsunuz… Örneğin sekizinci bölümün finalinde Ayşe ve
Ferit arasında duran koskoca balta hangi bakış açısıyla estetik bulunabilir
veya açıklanabilir doğrusu merak ediyorum… Veya Hatay'a özgü olarak yemek
masasında kız isteme gibi bir adet varsa, demek bu zamana kadar hiç gündeme
gelmemiş diyorum... Oysa az önce de örnek verdiğim gibi İstanbullu Gelin’i
gerçek bir efsane haline getiren o özenli, modern ve yaratıcı dokunuşları idi.
Kısa zamanda gereken iyileştirmelerin sağlandığını görebiliriz umarım.