Kalp Yarası: Ekranda iyi ki varsın sen!

Kalp Yarası: Ekranda iyi ki varsın sen!
Televizyon ekranlarında genelde aşina olduğumuz durum, sevilen ve dikkat çeken işlerin benzerlerinin kısa süre içinde çoğalması, çoğalması, çoğalması ve en sonunda bıktıracak noktaya gelerek kendini tüketmesidir. Töre dizileri, mafya dizileri, yakın zamanda ise psikolojik tabanlı dizlerde vs. gördüğümüz gibi. Yaz dizileri söz konusu olduğunda ise bu trend birkaç yıldır yakışıklı ama soğuk CEO ile sakar ve fakir asistanı sarmalına takılıp kalmıştı. Bilin bakalım acaba kimin yüzünden?
 
Ömer İplikçi, biraz Mr. Darcy biraz Mr. Grey olarak (tabi genel izleyici kitlesine hitap etmek üzere belli ölçülerde törpülenmiş biçimde) ekranlarda göründüğünden bu yana az önce bahsettiğim gibi ekranın akışını büyük ölçüde değiştirmişti. Yerini dolduran oldu mu derseniz, bu konu tamamen kendi sübjektif yorumumla tartışmaya kapalıdır. :)
 
Bugünlerde ise yeni bir akım olarak fazlaca benzerini peşinden sürüklediğini görmeyi çok ama çok istediğim yeni bir karakter var karşımızda: Ferit Sancakzade. Üstelik karşılaşmayı hiç ummayacağınız öyle bir konseptte ve hikâye içinde ortaya çıktı ki gerçekten büyük bir sürpriz olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bunda ‘Kalp Yarası’ dizisinin hangi mantıkla ve beklentiyle hazırlandığını çoğu izleyici gibi benim de kestiremediğim tanıtımlarının ve fragmanlarının da büyük etkisi var. İlk bakışta yeni bir konaklı ağa dizisi daha geliyor, yine kasıntı esas erkeğimiz intikam diye diye bahaneler yaratıp kendine her türlü korkunç davranışı hak görüyor, kadınlar hikâyede piyon olarak varlığını sürdürmeye çalışıyor zannediyorsunuz. Ancak sonra tesadüfen bir şekilde diziye denk gelebilirseniz veya gözünüz takılırsa Tomris Giritlioğlu gibi büyük bir tecrübenin genel hikayesinden yola çıkan Kalp Yarası'nda işin aslının öyle olmadığını görüyorsunuz. En son böyle bir önyargıya sırf isminden ve başrol seçiminden dolayı ‘İstanbullu Gelin’ dizisinin (ki iki dizi arasında hikâye açısından da oldukça benzerlikler bulunduğunu söyleyebiliriz) maruz kaldığını hatırlıyorum. Ne tesadüftür ki orada da aynı şekilde bir ters köşe olmuş, dizinin kalitesi tüm yönleriyle farkını ortaya koymuştu.
 
Kalp Yarası resmen kendi aleyhine yaptığı tüm bu pr çalışmasına inat Ferit gibi yepyeni bir karakterle karşınıza çıkıyor. Evet varlıklı bir ailenin gözbebeği olmak ve on parmağında on marifet gibi belli klişeleri yine taşıyor Ferit ancak Ayşe ile tanışmasından itibaren kendini belli eden yönleriyle ekranda uzun süredir ne kadar fazla sayıda çirkin, yanlış ve aslında kanıksanmaması gereken şeye maruz bırakıldığımızı tekrar hatırlatıyor.
 
Ferit'in ülkeye hakim olan üçüncü sayfa haberlerindeki kasvete avukat kimliğini de katarak yaptığı çıkış, planlandığı biçimde yeterince ses getirdi. Ama onda düğünden üç gün önce kendisine ihanet eden nişanlısını hiç kimseye söylememek gibi yüce erdemlerden tutun, ben karıştırmayayım diye sadece çantasının fermuarını açıp Ayşe’ye uzatmak gibi küçük zarafetlere kadar daha neler var neler. Düğün gecesinin sabahı kapıya konulan gelinlerden, farkındalık yaratmak kılıfı altında şiddetin dozunun arttıkça arttırıldığı korkunç sahnelerden ve erkek karakterlerden sonra Ferit Sancakzade oh be dedirtiyor. Yine toksik dilin hâkim olduğu annesine 'Ben Ayşe'yle onu terbiye etmek için mi evlendim? Ne münasebet!' diye sınırlarını hatırlatıyor. Sahte evlilik içinde olduğu Ayşe'ye benim soyadımı taşıyorsun, ben ne dersem o, benim dediğim, benim istediğim gibi kalıplarla yaklaşmıyor. Tam aksi ‘Sen bana sadakat sözü vermedin.’ kabulünde olduğu gibi sınırlarını ve haddini aşmıyor. Ferit'ten en sık duyulan cümleler, sen nasıl istersenler, sen bilirsinler... Ayşe’nin sakladığı bir şeyler olduğunu anladığında anlatması için ona olan yaklaşımı, ters zamanlarda ani parlayışları sonrası dilediği özürler, hepsini üst üste koyunca karşımıza tam anlamıyla ‘efendi’ bir adam çıkıyor.
 
Şimdiye kadar hiç mi defosu veya kusuru olmadı diye soracak olursanız, var elbette ki. Ancak bunlar karakteri kabul edilemez yapmıyor, biraz daha gerçekçi hale getiriyor. Ayşe'nin boşanma istediğinde zorla arabaya bindirmek, odanın kapıları kilitleyerek cevap vermek gibi hareketleri Ferit’ten görmeyi pek ummazdım. Ama orada da aralarındaki anlık gerilim ve kaybetme korkusunun etkisi yadsınamaz.
 
Ferit ve abisi Sinan arasındaki ilişki de ayrıca güzel işleniyor. Her zamankinin aksine birbirini kıskanan, şirket içi çıkarlar sebebiyle birbirinin kuyusunu kazan düşmandan beter diyebileceğimiz abi-kardeşler yok bu senaryoda. Sinan Ferit'in en büyük sırdaşı ve de AyFer çiftinin en büyük destekçisi olarak nefis bir yere konumlandırılmış durumda. Fakat diğer yandan Sinan'ın eşine olan kaba dili ve tavırları göze batmaya devam ediyor. Annesinin zamanında sevdiği kadından ayırıp, şimdiki eşiyle evlenmeye zorlamış olması da bu dili haklı çıkarmıyor. Ebru-Sinan hikayesinin ise, Azade’nin zorla güzellik olmayacağını anlayıp, sonunda herkesi mutsuz etmek pahasına Hande ve Ferit evliliğine olan ısrarını sürdürmekten vazgeçmesine yardım edeceğini tahmin ediyorum.
 
AyFer çiftimizin ilişkileri artık başladığına göre, klasik dizi gidişatımız içinde şimdi sıra kötü günlerde. Şu ana kadar geldiğimiz noktada (dokuzuncu bölüm itibariyle) Ferit rayından çıkmadan yoluna devam ediyor. Pusuda bekleyen ve doğrusu anlamsız biçimde uzayıp sünen Baha meselesi sonrası da Ferit’ten yine aynı övgülerle bahsedebilmeyi umuyorum. Açıkçası Ferit’e değil, senaristlere güvenmiyorum. Bir ayrılık, yeni bir kalp yarası hikayesi için Ferit’in ağzından çıkanı kulağı duymayan, şimdiye kadar söylediği her şeyin aksi yönde davranan yani kısacası saçmalayan bir karakter haline getirilmemesini diliyorum. Tam tersi artık ne ortaya çıkacaksa, Ferit’in sitemini de kırgınlığını da kızgınlığını da medenice yansıtmasıyla bu Baha mıdır Maha mıdır çok da gerekli olmayan konunun anlamlandırıldığını görmeyi tercih ederim.
 
Ayşe'nin de hakkını yemeyelim. Baha meselesine kadar o da gayet iyi yazılan bir karakter(di). Açık sözlü, lafını çekmeyen, aklına yatmadığında tavrını koyan oldukça aklı başında bir genç kadın imajı çizilmişti. Konuları uzatmak ve çatışmalar yaratmak adına illa verilmesi geren tavizler varsa bunlar Ayşe'nin başlıca karakter özellikleri olmamalı. Bu çifti parlatan ve sevdiren çok açıkça biçimde birbirleri ile konuşabilmeleri, öncelikle iki iyi arkadaş olup su gibi akan sohbetleridir ki bu özellikleri araya yanlış anlamalar ve sırlar sokularak zedelenmemeli. Aynı şekilde Ayşe’nin abartıya kaçan utangaç hali de buna dahil. İlk aşkı da olsa ‘Asıl sen benden kork’ diyen o cesur Ayşe’nin seyir zevkini almak seyircinin hakkıdır. :) İlişkileri başladıktan sonra her ikisinin de girdiği liseli aşık halleri evet sevimliydi ancak tadı daha fazla kaçmadan iki yetişkinin ilişki seviyesinde ilerlemeleri bundan sonra daha kıymetli hale geliyor.
 
Bitirmeden önce kısaca değinmek istediğim bir başka konu ise Gökhan Alkan’ın Ferit olmaktan gerçekten keyif aldığını hissettirmesinin güzelliği. Yağmur Tanrısevsin ise varsın oyunculuğu Emmy standartlarında olmasın enerjisi ve samimiyeti ile Ayşe’i çok güzel taşıyor. İzleyiciler olarak böyle bir hikâyede, böyle uyumlu bir ikiliye denk gelmek güzel bir şans. Ama ne yazık ki şans da her konuda yaver gitmeyebiliyor. Bu konuda da başı yönetmen çekiyor maalesef. Detayların arada kaybolduğunu, özellikle bazı anlarda gereken özenin verilmediğini yüksek teknik bilgiye sahip olmadan bile fark edebiliyorsunuz… Örneğin sekizinci bölümün finalinde Ayşe ve Ferit arasında duran koskoca balta hangi bakış açısıyla estetik bulunabilir veya açıklanabilir doğrusu merak ediyorum… Veya Hatay'a özgü olarak yemek masasında kız isteme gibi bir adet varsa, demek bu zamana kadar hiç gündeme gelmemiş diyorum... Oysa az önce de örnek verdiğim gibi İstanbullu Gelin’i gerçek bir efsane haline getiren o özenli, modern ve yaratıcı dokunuşları idi. Kısa zamanda gereken iyileştirmelerin sağlandığını görebiliriz umarım.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER