“Yüzüdür her sabah karanlığın yerini alan.
İçimde boğdu genç bir kızı ve korkunç bir balık gibi
Yaşlı bir kadın doğrulur ona doğru içimde günden güne.”
Ayna, Sylvia Plath
Yansıma ve ayna sembolizmi, sanatın pek çok dalında, pek çok şeyi temsil etmek adına veya bir şeyi anlatmakta araç olarak karşımıza çıkabilir. En sık tercih edilenlere bir örnek olarak, okuyucuya karakterlerin "içine doğru bir bakış" sağlamasını verebiliriz.
Her şeyden önce, birinin aynaya bakışı bizde aynı anda pek çok etki yaratabilir. O kişinin aynaya neden baktığını sorgulatır, kendine bakınca ne gördüğünü gösterir... Karakteri kendi gözünden görmemizi sağlar bir nevi. Kusurlarını, güzelliğini, heybetini ya da savunmasızlığını onun gözünden, en çıplak hâliyle görebilmemiz için çok güzel bir araçtır ayna.
İki şey aynı anda: Hem karakterin kendine nasıl baktığını görürüz, hem de o karakteri kendi noktamızdan bir çeşit "gözetleriz". Mahrem bile denebilir bu noktada.
İzlediğimiz “tablo”nun bir parçası oluruz kimi zaman; hiç olmadığı kadar hikâyeye dahil oluruz. Tabi bir de, ayna karşısında karakterlerin kendileriyle ilgili bir şeyleri reddetmekten en uzak oldukları âna da şahit oluruz; kendinden kaçan ya da tüm gün maskeyle gezen, herkesin gözünün içine bakarak çok rahatça yalan söyleyebilen bir karakterin günün sonunda bir de kendi gözlerinin içine baktığını düşünün. Kaçabilir mi kendinden? Kendi gözlerine bakarken de yalanını sürdürebilir mi? Kısacası ayna karşısında sahteliğin büyüsü bozuluverir ve yalnızca çıplak gerçekler gözümüze serilir, dünyanın en becerikli yalancısı bile kendine yalan söyleyemez çünkü.
Aynalar, karakterlerin, karşısında ya dağıldığı ya da bütün hâle geldiği yerdir, özünde taşıdığı kimliğe bağlı olarak.
Kırılmış bir aynadaki yansımalar karakterin içinde barındırdığı türlü duyguları veya kişilikleri temsil ediyor olabilir örneğin. Belki yüz parçaya bölünmüş o ayna, karşımızda aynı yüzün yüz tane kopyası... ama hepsi farklı bir açıdan, farklı bir yansıma...
Bir filmde birbirine bakan aynalar görürsek, yüksel ihtimalle bu “sonsuzluğu” temsil etmek amaçlı yapılmıştır. Karakterin narsisizmini vurgulamak, çift kişiliğine ya da iyi & kötü ikiliğine göz kırpmak için de yansıma ve dolayısıyla da ayna kullanılabilir.
Antik çağlarda kimi insanlar, insanın ruhunun yansımasında bulunduğuna bile inanırmış, belki sinema ve edebiyatta vampirlerin yansımasının olmayışı da buna dayanıyordur. Biz tabi ki o zamanlardaki gibi bir anlamı bugün gerçek manada kullanmasak da mecazen geçerli olduğunu söyleyebiliriz bence.
Girişimi yaptığıma göre, yazımın diziyle ilgili kısmına başlayabilirim. Bu bilgiler ışığında gözüme çarpan detayları aksetmek istiyorum.
Bu sahnede Ela'nın kendine bakışında, ne gördük? Her şeyden önce, Ela neden aynaya bakma ihtiyacı duydu? Neyi temsilen gösterildi bize bu?
İki türlü etkileşim var burada. Ela aynada kendisine bakarken yansıması da bize bakıyor. Bunun bilinçli ayarlandığı çok aşikâr. Yani bize anlatılmak istenen bir şey var, Ela'nın ruh hâline dair bir ipucu... Az önce yaşadıklarından hem mutlu değil, hem de “aynaya baktığımda karşımda gördüğüm kişi hâlâ aynı mı bakacak?” sorusu var bakışlarında. Bizim bunu anlamamızı isteniyor. Ela'nın geçtiği bir eşiği ve o eşikten geçtikten sonra bir sorgulama, huzursuzluk içinde olduğunu görmemiz isteniyor.
Burada, Bahar bilmese de ilk kez "üç kişi" olarak bakıyorlar aynaya. Oysa Bahar için Ela bir bebek henüz... Ela bu kez aynada kendini bir anne olarak görmeye çalışırken aynada onu izleyen annesi için kendisi bir bebek daha.
Bu sahnede, çekim açısında detayların kendisi konuşuyor zaten... Ayna gerçekleri Ela'nın suratına çarpmak için kullanılmış. O görebildi mi, derseniz... Maalesef. İlker’e inanmayı tercih etti.
Burada ise adım adım Ela'nın kararan ruh hâlini görüyoruz. Yani az önce ona yapılanın boyutunu, ağırlığını idrak ettikçe sinirden ve üzüntüden kendini yiyen yüz ifadesiyle karanlık bir auraya bürünüyor. Kaldı ki zaten bir gölge gibiydi o esnada, ışıklandırma bile mesaj verir nitelikte. Yansıma boyutunu ele alırsak da, Ela hiç kafasını çevirip yansımasına, yani dışarıdan nasıl gözüktüğüne bakmıyor bu sahnede. Yalnızca biz görüyoruz Ela'nın hâlini ve ayna üzerinden dışarıdan bakınca oluşan görüntüsünü.
Başını çevirse, görecek ama acısına, kederine ve o durumda olmasına rağmen yalan masalına o kadar odaklanmış ki bir türlü bakmıyor hâline, görmüyor bu ilişkinin onu soktuğu durumu...
Açıkçası bu seans, narsistliğinin resmîleştirilmesi ve 6 bölümdür İlker'i ilk kez kendi ağzından dinlediğimiz için önemliydi bence bu yüzden çekim açısına bayılsam da keşke şurada gördüğümüz aynanın yanı sıra bir de tam karşısında bir ayna olsaydı diye düşündüm...
Çünkü; birincisi, ayna bazen de “ego”yu temsil eder. Mesela o kişi kendini çok yüksekte, değerli, kusursuz görüyorsa bunu yine en iyi onun kendine olan bakışlarında görürüz. Kendi gözündeki “büyüklüğünün” ölçütünü fark ederiz. Bu bağlamda İlker'in de narsist olduğunu bize açıkladıklarında keşke karşısında kendini görebildiği bir de ayna olsaydı dedim.
İkincisi, elbette "narsist" kelimesinin etimolojik olarak dayandığı yer: Yunan mitolojisindeki Narkissos. Yansımasını görünce kendine âşık olan, kendi görüntüsünden büyülenen bir adam Narkissos. Bu yüzden çekim açısı olarak —özellikle de Caravaggio'nun Narcissus'ına— gönderme yapılsaydı daha çok hoşuma giderdi. Yine de umuyorum ki ileride bu tabloya gönderme yapılır.
Gelelim bir diğer sahnemize. Burada da sanal da olsa onaylanmaya, anlık zafer hissine kendini kaptırmış bir İrem ve onun hâlini her zaman olduğu gibi bir mesafeden izleyen babası Harun var. İrem'i bir ayna vasıtasıyla görüyoruz, yani gerçeklikte değil, bir nevi sanal âlemde ya da kendi âleminde. Farklı bir boyutta kısacası, aynanın içindeymiş gibi. Babasının onu çağırdığı gerçeklikte değil henüz. Aralarında mecazi bir duvar var ve Harun, kızına ulaşamadığının farkında. Bezgin, üzgün ve çaresiz. Bu ikisinin aynı tarafta, aynanın zıttında kavuştuğunu görebilmek dileğiyle...
Belki de son bölümdeki şu sahne ile bize göz kırpılmıştır ve başlangıçta aynada yalnız yansıyan İrem, nihayetinde o girdiği tran halinden kurtulup babasının gerçekliğine geçmiştir Hale’nin sözlerine kanmayarak:
Son olarak, dikkatimi çeken bir yansıma daha... İlker’in sırtı yine dönük aynada belirmiş aksine. Ayna karşısında kendinle yüzleşmen ne zaman olacak acaba İlker Ilgaz? Kendi gözlerinin içine -gerçek manada- baktığında ne göreceğini çok merak ediyorum açıkçası...
Evet, bu harika detayları fark ettikten sonra emeği geçen herkesi naçizane tebrik etme ihtiyacı duydum. Özellikle bu bölüm bize veda edecek olan yönetmenimiz Ömür Atay’ın gözünden Masumiyet’i izlemek kendi adıma çok hoş bir şanstı, başta ona teşekkür ederim.
Bir şiir alıntısıyla başladığım yazımı, başka bir şiirden alıntıyla bitirmek istiyorum. Umut’un da ilk bölümde değindiği bir şiir:
“Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?”
—Otuz Beş Yaş, Cahit Sıtkı Tarancı