Yazarak, çizerek ya da herhangi bir yaratıcı işle geçimini sağlayanların çok iyi tanıdığı bir duygu ile başlıyor ‘I May Destroy You’… teslim tarihi: YARIN. O ‘yarın’ gerçeği bir anda önünüze geldiği için de içinizi ‘bitiremeyeceğim bunu ben’ umutsuzluğu kaplıyor önce.
Hani madem bitiremeyeceğim, bari çalışıp, heba olup üzülmeyeyim diye çeşit çeşit, anlamsız hobilere dalıyorsunuz* Şu anda bu işi yapmayım da ne yaparsam yapayım..
İnsana kilolarca patates soyduran, sanat ansiklopedileri okutan, yüz maskesi deneten ve komşusuyla yarışa balkon yıkatan şeyin buradaki adı: teslim tarihi… Arabella da o teslim tarihinin kıskacında biçare şekilde hayatını ilerletmeye çalışıyor. Bir noktadan sonra da ‘eehh, biraz kafa dağıtayım, sonra gelir yazarım’ duygusuyla kendini bir grup eğlenen arkadaşının yanına atıyor; ‘bi’kaç bardak içer, gelir yazarım n’olcak ki?’
*(şahsi deklarasyon: bu anlattığım sürünme hali tamamen yazarken yaşadığım kişisel durumum üzerindendir, diğer yazarları ve çizerleri bağlamaz)
Gülüp eğlenilen böyle bir gecenin sabahında hayatındaki her şeyi değiştirecek bir gerçeklik yavaş yavaş Arabella’nın beyninde dolaşmaya başlıyor. Çok da net hatırlamadığı ama bir noktada cinsel saldırıya uğradığını düşündüğü sahneler aklında canlanıyor peş peşe. Kafasındaki yara da bu durumu daha inandırıcı kılıyor onun için. Ve bu düşünceler kafasında delicesine dönmeye devam ederken; “dün gece bana ne oldu?” sorusunun peşinde, bir kadının işini, ilişkilerini ve hayatını sorgulamasına yoldaşlık etmek üzere kemerlerimizi bağlıyoruz.
Hiç de yabancı olmadığımız bir şey ‘taciz’… Sokakta laf atanın bahanesinin “mini etek giymeseymiş”, vücudunu vücuduna yaslamaya çalışanın “o da bana doğru yanaştı” olduğu günümüzde her yerde başımıza gelen maalesef ‘gündelik’ bir travma. Çoğunlukla kadınların her an, farklı şekillerde maruz kaldığı, kendisini savunmaya ve bu haksızlığa karşı durmaya çalıştığında da kimi çevrelerce suçlandığı akıl almaz bir kısır döngü. Başkalarının başına da gelmesin, herkesin haberi olsun diye yaşadığı haksızlığı anlatan arkadaşlara; “gece gece orada ne işi varmış?”, “ama o da dans ediyormuş” gibi akıl almaz bahanelerle neredeyse ‘hak ettin!’ denecek. Belki, pembe punk saçları ve sempatik rahatlığı ile Arabella da bu tacizci zihinlerin listesinde bir yerde. Ne yapalım ey tacizciler, sizin aklınıza market poşetinden bile cinsel çağrışımlar geliyor diye biz evden bile çıkmayalım mı?
(Avcunuzu yalarsınız!)
Ama beklenen üzgün, depresif, bitik kadın resminin aksine Arabella tam da burada başlıyor dikelmeye, diyor ki; ‘bi’ dakika ya, bu ne saçma şey! ben bu işin üstüne giderim, bunu yapanların da canına okurum!’ O da travma geçirmiyor mu? elbet geçiriyor, atlatmaya çalışmıyor mu? çalışıyor, ağlamıyor mu? ağlıyor tabii ki. Kolay mı? hiç değil! ama pes etmek var mı? Yok!
Güç veriyor mu, dibine kadar veriyor...
Kapı kapı gezdiği ve olayı araştırdığı, gidip rapor aldığı anların hepsinde kafası karışık ama pes etmeyeceğine emin olduğumuz bir kadın var. Bedenine kendisi izin vermeden dokunulmuş, yerden göğe haklı bir kadın.
Michaela Coel ile bu yazı için Mayıs ayının sonunda zoom üzerinden konuştuk. Hem hikayesini bir kez daha anlattı, hem de amacının tüm tacize uğrayanlara güç vermek ve öte yandan da herkesin kendi hikayesini izlemesinden güç almak olduğunu söyledi. Tek kişilik dev kadro olarak karşımızda tüm sempatisi ve güler yüzüyle oturuyordu. İşin hem yaratıcısı, hem senaristi, hem yapımcısı, hem büyük bir kısmının yönetmeni ve starı olduğu için de zaten meraklarımız için tek adresti. (kadınların yaratıcı sektörlerde, hele hele HBO gibi yerlere ‘yaratıcı’ sıfatıyla iş kabul ettirmesinin ne denli zor bir süreç olduğuna dair hislerimi bir daha Raninitv’ye misafir olursam ayrıca anlatacağım)
Benim “I May Destroy You” izlerken dikkatimi çok çeken ayrıntılardan birisi Arabella’nın ara ara girdiği tuvalet sahneleriydi. Özensiz, alelade, hayatın sıradanlığından çıkmadan ve sahneyi büyütmeden çekilmişti hepsi ve çok etkiliydi. Erkeklerin pisuar önü sohbetlerini yıllarca izlediğimiz türlü dizi ve sinema filmine bir gönderme mi yaptın diye sordum, çok güldü… Dedi ki ‘bunu yazarken düşünmemiştim ama sanırım normalleştirmek istediğim duygulardan birisi de buydu.’ Evet, biz de mübalağadan uzak, hayatın içindeki eşitlikleri anlatan ve normalliği göz önüne seren eşitliğe kurbanız.
Bir cinsel taciz sonrası hayatını devam ettirmek, bu tacize yenilmemek ve hayattan kopmamak hikayenin asıl derdi. Michaela Coel de bu çarpıcı hikayeyi kendi yaşadığı bir tacizi tedavi etmek için yazdığını, hatta bunu bu süreci birlikte atlattığı terapistine de söylediğini ve bunu yaparak daha iyi hissedeceğine emin olduğunu anlatıyor; “Kadınların gündelik hayatında başına sürekli gelen, ama normalleşmiş gibi hiç konuşulmayan bu tacizler bizi yoruyor, yıpratıyor ve güçsüzleştiriyor. Arabella, yaşadığı travmadan daha güçlü ve bunu göstermek istedim. Belki de bunu izleyen ve bu travmayla mücadele eden bir sürü insana güç olurum. Ki böyle olursa hikayem gerçekten amacına ulaşmış olur!”
Özet olarak; Büyük şehirli, kariyerli, yaşamayı seven, özgüvenli bir kadının yaşadığı travma ile ters yüz olan hayatını, bazı suçların bazı eğitim seviyelerine ya da coğrafyalara ait olmadığını da bize çok ince göstererek, melankolinin dehlizlerinde boğulmadan anlatmış Coel. İyi ki de öyle anlatmış, çünkü travmalar hayatımızı ne kadar büyük çıkmazlara sokarlarsa soksunlar, sonunda ezilen değil güçlü olan olmalıyız. Kadınların sürekli başına ne geldiği konusunda kafası karışmış, haklarını savunamayan ya da en iyi durumda başkaları tarafından kollanmaya muhtaç ‘zayıf insanlar’ olarak resmedilmesine ya da bunun propaganda edilmesine karşı çıkmalıyız. Zira bu kimi zaman kadınların tarafında olmak adına bile yapılsa onların öznelliklerini yok ediyor. Kadının özne olarak varlığının altını oyuyor. Dolayısıyla bu hikayenin odak noktası kadının özne olarak var oluşu, en kötü durumda bile bunun engellenemeyeceği, başlı başına bir cesaretlenme hikayesi olması aslında. (not: kadının özne olarak varoluşunu en çok sahiplenen ve hikayesini anlattığı tüm kadınlara cesaret zerk eden yönetmen Zeynep Günay Tan’a el sallayarak)
Başımıza gelen bizim suçumuz değil, bu suçluluk duygusunu asla üstümüze almayacağız. Bilakis yapanların, yürek verenlerin canlarına okuyarak, üstlerine yürüyerek aşacağız!
Arabella’nın cesur ve yüzümüze gerçekleri tek nefeste çarpan hikayesiyle ilgili en yakın duygum da bu; tacize, tecavüze ve şiddetin her türlüsüne her zaman ses çıkaracağız; saklanmayacağız, korkmayacağız, utanmayacağız! Siz utanacaksınız. Siz!
I May Destroy You / HBO / Digiturk
(ilk okuma ve fikir teatisi için Ebru Pektaş’a teşekkürler)