Her detayı ince ince işlenmiş, akıl almaz olaylar olmadan, silahlar patlamadan, izlerken kendi yaşanmışlıklarımızla bağ kurabileceğimiz, emeği geçen herkesin alkışı hak ettiği bir aile hikayesi...
Şimdi bu hikâye adım adım finale yaklaşıyor..
Bu koca yolculuk boyunca hepsini sevdik, hepsine kızdık, sinirlendik, sinirlendiğimiz kadar anlamaya çalıştık. Her karakter o kadar derinlikli anlatılmıştı ki bize, bir noktada hepsinin penceresinden teker teker bakabildik yaşanmışlıklara. Şimdi ise hepsini bir son bekliyor..
Aklıma en çok takılan ise bu hikâyenin en çok yara alanı; Süreyya Boran..
Boran soyadını aldığı günden beri elinin dokunduğu herkesi iyileştirmiş, onları iyileştirirken de kendini yavaş yavaş tüketmiş Süreyya Boran..
Sahi nasıl bu hale geldi Süreyya?
Annesiz babasız büyümüş bir kızken birden aslında hep hayalini kurduğu kalabalık bir ailenin içinde buldu kendini. Düşününce masallardaki gibiydi; âşık olduğun adamla kocaman bir ailenin içinde geçecek bir ömür..
Fakat bu aile Süreyya’nın umduğu gibi kollarını açarak karşılamadı onu.
En başta konağın kurallarını her şeyden ve herkesten daha çok önemseyen Esma Sultan dikildi karşısına, sonra da Süreyya’nın aksine o konakta kendisine açılan yere tüm hırsıyla gelip oturan ailenin diğer gelini İpek..
Konağın kuralları, ailenin istikbali, Boran soyadı derken Süreyya daha en başından beri bir psikolojik şiddetle mücadele etmedi mi o evde? Önce kemanı alındı elinden, sonra da çok severek söylediği şarkıları..
Ne zaman dağılsa şarkılara sarıldı. Çünkü o şarkı söylerken mutluydu ama konağa girdiği andan itibaren sadece ona çizilen sınırlar içerisinde izin verildiği kadar söyleyebildi şarkılarını.. Aslında savaşmaktan da vazgeçmedi, her zaman ben buradayım diye direndi. Kazanmadı mı? Kazandı. Verdiği savaşın sonunda kendine büyük bir yer edindi. Konağın istenmeyen geliniyken aileyi bir arada tutana dönüştü. Gerçekten aile olmayı ailesiz büyümüş Süreyya öğretti herkese. İçinde fırtınalar kopan o konaktan mutlu bir yuva yarattı. Ama bu mücadelesinde maalesef başkalarını kazanırken kendini kaybetti. Konaktaki huzur bozulmasın diye kendi istediği işi yapmaktan vazgeçti en başta. En hassas duygularının üzerinde tepinildi defalarca, anneliğinden bile vuruldu. Yine de her zaman kendinden önce başkalarını düşündü, önce hep diğerlerine koştu.
En başa kıyasla çok büyük engelleri aşmış olsa da mücadelesi hiç bitmedi. Kendi sorunlarını hep geri plana attı, kendi benliğinden o kadar çok verdi ki Süreyya, artık içinde verebileceği hiçbir şeyi kalmadı..
Peki kim bu hale getirdi onu?
Biz bu hikâyenin Süreyya ile ilgili olan kısmında en çok Esma’ya kızdık, İpek’e kızdık yeri geldi Fikret’e hatta Süreyya’nın kendisine bile kızdık ama Faruk’un hatalarını bir şekilde görmezden geldik. Neden? Çünkü o Süreyya’yı seviyordu, ona aşıktı. Hepimizin kafasında Süreyya’ya sürprizler yapan, onu çok seven, el üstünde tutan, herkesin hayran olduğu “Faruk Boran” imajı çizildi. Peki Süreyya’nın bu noktaya gelmesinde Faruk’un payı yok mu? Esma kavga gürültü Süreyya’yı bir kalıba sokmaya çalışırken Faruk’ta aynısını sessizce yapmadı mı? Âşık olduğumuz kişinin de bize âşık olması mutlu olmak için yeterli mi?
Faruk sevmiyor mu Süreyya’yı? Evet seviyor. Mutlu da etti onu, aşkı da sevgiyi de yaşattı. Peki ya Süreyya’da bıraktığı hasarlar? Ya da onun elinden aldıkları? Evlilikleri her krizi atlattı, birbirlerine olan aşkları sayesinden her sorunun üstesinden geldiler, yıkılmadılar dedik hep ama üstesinden gelinmiş gibi gözüken her olay Süreyya’dan bir parça koparıp gitti, konuşmadıkları her şey, Faruk’un Süreyya’yı anlamadığı her nokta bir kez daha eksiltti Süreyya’yı. Çünkü aslında hiçbir zaman bir türlü istedikleri noktada buluşamadılar. Süreyya’nın içine su serpecek kadar telafi edemedi Faruk yaptığı hatalarını. Neden mi? Faruk’un egosu ve gözündeki “Faruk Boran” ismi o kadar büyük ki her hatasında Süreyya’ya da bir hata buldu. Her özür dilediğinde aslında da Süreyya’yı da suçladı. Her günahının bedelini bir şekilde Süreyya’ya da ödetti.
Şimdi ise 3. kez aynı yerden yara aldı Süreyya.. Son bölüme bakıyorum. Süreyya’nın sorunu Faruk’un onu aldatmış olduğu düşüncesi değil aslında. Eğer aldattığına inansaydı o konaktan eşyalarını toplar çeker giderdi. Sorun Faruk’un Süreyya’yı yine anlamaması. Faruk’un hala “yalnız kalmak istiyorum” diyerek yine en çok kendini mağdur görmesi.
Esma - Süreyya,
Süreyya - İpek
Ve Süreyya - Faruk...
Esma Süreyya’yı kırdı, döktü parçaladı, mutlaka kalıcı yaralar da bıraktı ama kilometrelerce yol kat etti ilişkileri, “Esma Hanım” dan “Esma Anne”ye dönüştü. Zaman zaman yine anlaşmazlıklar olsa ve Esma’nın Boran damarı tutsa da Süreyya “Umutlarla girdiğin bu odadan kapkaranlık bir istikballe çıkacaksın” diyen bir kadına “Ben zaten sana konaktaki yerimi teslim edeceğim.” dedirtti. Ki herkes bilir ki bu cümleyi Esma’ya söyletmek deveye hendek atlatmaktan daha zordur. Dizide hem beni delirten hem de en çok duygulandıran sahneler Esma ve Süreyya arasında yaşandı. Çünkü savaşsalar da ve ben bu savaşta Esma’ya çok kızsam da en sonunda ortak bir noktada buluşabildiler. Bu taban tabana zıt iki kadın birbirlerinin kalplerine bir şekilde dokunabildiler. Esma en sonunda bir evlat olarak gördü Süreyya’yı, onun içindeki anne eksikliğine bir yerde merhem olabildi.
Aynı şekilde de İpek'le de öyle. Tartıştıkları konular bile yol kat etti. En başlarda ilişkileri İpek tarafından verilen bir ego savaşının yarattığı gerilimken şimdi ise aileleri için, birbirlerini anlamak için tartışır oldular. Bu hale gelebilecekleri kimin aklına gelirdi ki?
Onlar bu yolları kat ederken hepsi adımlar attı, ders çıkardı kendine. İşte bu yüzden aldıkları yollar çok değerli.
Faruk’la Süreyya’nın ilişkisine baktığımda ise geçen zamanla birbirini daha iyi tanımanın dışında aslında en fazla yerinde sayan ikili onlar oldu.
En başta da seviyordu, hala seviyor.
En başta da üzüyordu, hala üzüyor.
Çünkü Faruk Süreyya’yı ne kadar sevse de bir türlü onu egosunun önüne koyamadı.
Şimdi bakıyorum, Süreyya’ya en büyük hasarı kim verdi?
Esma’nın ya da İpek’in yaptıkları psikolojik şiddetti de Faruk’unkiler değil mi?
Süreyya’ya en büyük zararı tabii ki Faruk verdi. Hep böyle değil midir zaten? Her zaman en çok sevdiklerimiz içimizde kapanmayacak yaralar bırakır.
Peki Süreyya’nın sonu ne olacak?
Kendileri bu hikâyeyi nasıl sonlandırmayı seçer bilmiyorum ama hikâyenin alındığı kitabı okumuş birisi olarak ister istemez kafamda kitapla paralel bir son oluşuyor ki bence senaryo da tam gaz bu yönde ilerliyor.
Son bölümde Aslı Enver’in kendi sesinden dinledik.. Ne demişti?
“Söyle kaç yaşındasın? Herkes kadar yalnız mısın?”
Herkesin gözlerinde ki ışıltıda payı var Süreyya’nın. İpek'le Fikret’in mutluluğunda, kendini eve hapsetmiş Senem’in Akif ile aşkı bulup aile kurmasında ve en çokta zamanında soyadını kendi aşkının bile önüne koymuş Esma’nın tüm tabularını yıkıp Garip'le birlikte olmasında..
Konaktaki herkese sevmeyi, birlik olmayı öğretti Süreyya ama en sonunda kendi kalabalıklar içinde yapayalnız kaldı ve bunu ilk defa net olarak bu bölümde kendi gözleriyle gördü.
Şartlar ne olursa olsun mutlu olunabileceğini herkese öğreten Süreyya’nın yüzü gülmez oldu. Kendi yalnızlığını fark ettiği anda da aslında hepimizin içinde ki yalnızlığa dokundu.
Herkesin savaşı yavaş yavaş son buldu, herkes kendi çizgisini buldu derken Süreyya yok oldu. Sürekli kendini haklı ve mağdur gören bir adama kendini anlatmaya çalışmaktan yoruldu. Begüm’ü öğrendiğinde ülkeyi terk edecek kadar şok olmuş, kırılmıştı. Bu durumu kabullenmesi aylar almış, artçıları da bir o kadar sürmüştü. Gözde olayında ise biraz daha azalmıştı tepkisi, son olarak Özgür’de ise bir yerden sonra kendini anlatmaya o kadar mecali kalmamıştı ki, anlatamadıklarını içine atıp susmayı tercih etti. Yaşadıklarının ruhunda bıraktığı hasarlar göz ardı edilemeyecek seviyeye geldi, Süreyya giderek içine kapandı, tepkisizleşti. Ben artık içine girdiği bu durumdan kolay kolay çıkabileceğini düşünmüyorum ve onun geldiği bu nokta beni o kadar çok üzdü ki...
Daha teyzesinin pavyon geçmişini ve annesi ile babasının dolaylı yoldan ölümüne sebep olduğunu bilmiyor. Yaşadığı tüm bu güvensizlikten ve yalnızlıktan kurtulmak için son debelenişleri arasında bu gerçekle yüzleşeceğini düşünüyorum. İşte o noktada işlerin artık geri dönülemez bir noktaya gelecek ve aynı kitaptaki gibi Süreyya’nın psikolojik problemleri gözle görülür bir biçimde boy gösterecek. Henüz kendi kabullenmese de kendini en sonunda psikolog İdil Hanım’ın koltuğunda bulacak ki bu beni mutlu eder. En başta sevmediğim Adem karakterinin bile her terapi sahnesi içime dokundu bugüne kadar. Böyle sahneleri içinde Süreyya ile izlemenin seyir zevkinin çok yüksek olacağından eminim. Çünkü psikolog İdil Hanım’ın ağzından çıkan cümleler dizi repliklerinden çok daha fazlası. Konuştukça dinleten, çoğu yerde “aslında ben de böyleyim” dedirten, kimi yerde bizlere bile merhem olacak dizinin en samimi sahneleri denebilir.
Tabii bir de Yaz var.. Süreyya’nın dokunmaya bile kıyamadığı prensesi.. Tüm bu olanlardan sonra kızıyla olan ilişkisinin etkilenmemesi mümkün mü? Kendi benliğini yitirmiş bir kadının çocuğuna bunu hissettirmemesi ne denli olası?
Sezon başında izlediğimiz sahnelerde de görmüştük, tüm bu olanlar Yaz’a da çok zarar vermiş, kendinden de annesinden de nefret eden sorunlu bir kız haline gelmiş. Bir de tabii ki babaannesini Süreyya’nın öldürdüğünü düşünüyor ki bunun açacağı yara akıllara zarar. Süreyya’nın bile isteye Esma’ya zarar vermeyeceğini herkes biliyor, tahmin ediyor. Git gide güzelleşen Esma- Süreyya ilişkisinin sonunun böyle olması da insanı çok üzüyor. Esma’nın Alzheimer’ı, Süreyya’nın giderek kendini kaybetmesi derken bu olayları birbirine bağlarken nasıl bir yol izleyecekler bilmiyoruz ama bildiğimiz şey bu hikâyenin sonunda Süreyya’nın da artık hayatta olmadığı..
Her karakter artık o kadar içimizden biri gibi oldu ki hepsinin sonunun nasıl olacağını merak ediyorum ama en çok seni merak ediyorum Süreyya Boran..
Çünkü bu mutlu olmayı sonuna kadar hak eden bir kadının önce ruhunu sonra da yaşamını kaybediş hikayesi..
Her şeye rağmen umarım terazide mutlu olduğun anlar üzüldüklerinden daha ağır basmıştır..