Siyah Beyaz Aşk: Ah! Ah Ferhat!

Siyah Beyaz Aşk: Ah! Ah Ferhat!
Ah! Ah! Ah Ferhat! Doktorları yaralamamak gerekir. Acıları dindirmeye, yaraları iyileştirmeye gönüllü insanları incitirsen, sözlerinle yaralarsan; doktorlar da insandır, yaralandıkları şekilde yaralamaları da çok kolaydır. Sıkıntı yok deseler de aslında sıkıntı var diye haykırmak isterler. Ama yapamazlar. Güçlü durmak zorundadırlar. Şikâyet etmeyi yakıştıramazlar kendilerine. İşte Aslı da böylesine bir çırpınış içindeydi ‘anla’ diye. Ah Ferhat, anlamak yerine yanlış sorular sordun, yanlış cevaplar aldın!

Her insanın farklı bir masalı vardır. Kâh ayakkabısının tekini kaybeden bir prensesin kalp çarpıntısı içindeki masalının parçası oluruz. Kâh uykulara dalan bir prensesin bir prens tarafından uyandırılışına hayran oluruz. Kâh bir çirkinin de sevilebilme ve sevme olasılığına tüm gönlümüzle bağlanırız.

Ve bazı gelenekler vardır ki hiç bozulmaz. O masallar hayallerle gerçekler arasında yaşatır insanı! Mesela her genç kızın hayalinde vardır evlenmek, gelinlik giymek, kariyer yapmak, doğru adamı seçmek, çocuk sahibi olmak ve mutlu mesut yaşamayı istemek. İstisnalar kaideyi bozmaz demeyi de unutmamayım. Hamile olduğunu öğrendiği o büyülü anı, sevdiği adamla coşkulu bir şekilde yaşamayı da hep hayal ederler. Hayaller kurulmak için, yaşanmak için yoklar mı zaten! Herkes böyle bir hayalini kalbinin derinliklerinde yaşamaz mı? Yani Aslı da bu hayali elbette ki kurdu. Ama hayalinde sevdiği adamın ona bakan buz gibi karanlık bakışları altında ezileceğini sanırım hiç düşünmemişti! Umut; o güzelim umut, içimize hep ümit tohumları serptirir. Aslı’nın da bir umudu hep vardı. Sonuçta “Ben Varım!” dememiş miydi Ferhat?

Ah Ferhat, ah Ferhat! Ne yaptın? Biliyoruz sen hem kırık, hem yaralısın. Ama unutma sırtından kurşunlanırken, kurşunlara doğru seni kurtarmak için koşan ve seni sırtında taşıyan bir kadın vardı. İşte sen o kadının yüreğinden bir umudu tek kelimeyle söktün aldın! “Biliyor muydun?” demek ne! Soru mu bu şimdi? Böylesine bir soru bir kadını nasıl incitir. Ah Ferhat! İkinci darbeyi de “Umarım aldırmak için geç kalmamışsındır!” diyerek vurdun. Bu bir kadının nasıl yüreğini dağlar ve öldürür bilmez misin Ferhat? Nasıl bileceksin ki! Baba olmamayı kendine öyle bir yakıştırmışsın ki kurduğun cümlelerde boğuluyorsun ah Ferhat! Ne dediğin belli değil. Gönlün başka konuşuyor, dilin başka, gözlerin başka. Aynalara bakan yüzün aydınlanır gibi olmuştu ama sen yine karalar çalmaya başladın.

Aslı Ferhat’ı “Senin gibi birinden çocuk sahibi olmak, istemem.” cümlesiyle nasıl silkeledi? Üzüldün mü Ferhat? Elbette üzüldün! Kim üzülmez ki? Çünkü ne kadar çok isterdin, mutluluktan boynuna atlamasını ve seni dünyanın en iyi babası ilan etmesini. Ama olmadı! Çünkü sen bebeğinizi istemediğini açık seçik söyledin! Hâlbuki baba olmayı istemesen gördüğün rüyalarda nefesin kesilir miydi hiç, hüzünlenir miydin, ah Ferhat? Çocukları sevdiğini biliyoruz.

Necdet berber, ne güzel de açıkladı: “Boyundan daha büyük ateşlerde yanmak!” Evladının yandığı, kül olduğu ateşi, anasından babasından başka kim daha anlayabilir ki. Yüze inen bir tokat aslında “Kendine gel!” demek değil miydi?  Babası gibi baba olma ümidi olan genç bir çocuğun hem kendi hayallerini yıkmasına, hem de sevdiği kadını böylesine incitmesine ve yalnız bırakmasına Necdet berber bile seyirci kalamadı...

Kibir ve gururu dize getirecek tek gerçek aşktır, sevmektir. İyileştirir, yavaş yavaş da olsa. Aslı da Ferhat da iyileşecek. Zamanda alsa, ilk darbe de ayrılmamayı, kopmamayı, kızmamayı, birbirlerine sıkıca tutunmayı öğrenecekler. Çünkü gerçek aşk; birinin diğerine tutunma halidir. Diğerinin de o birini gönlüne yuva yapmasıdır.

Suna’nın dediği gibi “biri siyah, biri beyaz birbirine en zıt, ama bir o kadar da birbirine en çok uyan iki renk.” Sanki geceye yıldızların çok yakışması gibi bir uyum onlarınki. Günün güneşe, gecenin ay’a ihtiyacı oluşu gibi bir birliktelik Aslı ve Ferhat’ın aşkı. Bataklığın “Lotus” u sevmesi gibi bir aşk. Karanlığın ucunda yanan ve sönmeyen bir fener gibi onların aşkı.

Masalları neden severiz bir düşünün! Kötü cadılar, üvey anneler, yalancılar mutlaka cezalarını çekerler. İyiler hep kazanır... Masalların kahramanları hep mutlu olurlar!

O zaman boğazımızda düğüm düğüm olan hani herkesin “Hayır Aslı yapmadın değil mi, çocuğunuzu aldırmadın, sen koskoca doktorsun Ferhat’a mı ihtiyacın var?” denildiği sahne. Gücünün önünde kimsenin duramadığı Ferhat’ın, cam kapıları bile neden kıramadığından şikayet edilen, yüreğimizin sızladığı ve kızdığı o sahneden bahsediyorum. Güzel’in en çaresiz, en üzgün haliyle, kırık kalbiyle hatalı bir karar almak üzereyken saatin tam 9’u gösterdiği sahne... Çünkü masalımızda saat 9 olduğunda; çirkin’in güzel’i görme umudu, içinde kopan fırtınaları anlasın diye çırpınışı, kimsenin göremediklerini görsün ve onu hep sevsin diye bir mucizenin beklendiği bir zaman dilimi. Ama bu sefer saat 9’u gösterdiğinde yardıma ve sevilmeye ihtiyacı olan “Güzel” di ve çaresizdi. Çirkin’in gelip ortak yapılan bir yanlıştan kurtarmasının ümitle beklentinin sembolüydü. Bir mucizenin saat tam 9'da gerçekleşme olasılığına duyulan umuttu. Bizim masalımızda bebekler ölmez, bebekler sevgiyle yaşar. Her zaman bir umut vardır. Bizlere tasvir edilen aşk; saf aşk, temiz aşk, hem de karanlıkları kendine yurt edinmiş olmasına rağmen pes etmeye niyeti olmayan bir salt aşk.

Sevgiyle ve mutlulukla kalın...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER