"Oysa hepsi de gönüllüdür değişmeye; kendini
yeniden var eden her şeyi yakıp, yeniden doğmaya. Aşk için değişip bir
olmaya…’’
Kaldığı yerden devam etmek isteyip de kendinde o gücü
bulamayan bir çocuktu Ferhat Aslan. Çok erken yaşta adam olmuş ama büyüyememiş
bir çocuk. Masumiyetini kaybettiği o ilk anda tutunacak dal aramış ama
bulamamış küçük bir adamdı Ferhat Aslan. ‘’Anne
ben katil oldum!’’ diyerek sığınmaya çalıştığı o limanda annesini bırakmıştı.
Umudunu yitirdiği yerde onun için hiç bir anlam ifade etmese de babasının
kanını yerde bırakmayan bir çocuk olarak
övgü aldığı dayısına sığınmış küçük bir adamdı. Kendini karanlığa hapsetmiş,
güzel ve masum olan ne varsa hak etmediğini düşünerek kendinden uzaklaştırmıştı.
Bedeni büyüyüp ruhu hep küçük kalmış bir adamdı Ferhat Aslan. Yapayalnız
yürüdüğü o hayatta, buz tutmuş yüreğine şimdi güneş gibi doğmuştu Aslı ve Ferhat’ın
yarım bıraktığı bilmediği ne varsa öğretmeye, ona ayna olmaya söz vermişti.
Daha ne kadar kaçılabilirdi ki aşktan; kalbiyle aklı arasında sıkışıp kalan
Ferhat Aslan sonunda teslim olmuştu yüreğine...
Taş ev sizce de rüyaların gerçekleştiği mucize evi gibi
değil miydi? Ferhat’ı korkutan, dile getiren, şımartan, küçük çocuk gibi
utandıran ve hatta aşka tamamen açan yer orası benim nazarımda. Orada sanki
Ferhat Aslan değil de 12 yaşında aşık olmuş bir Ferhat vardı. Sevdiğinin
gözlerinde kaybolan, dünyayı unutmuş ve sadece anı yaşamaya çalışan bir Ferhat
gördüm tam anlamıyla. Sahi en son ne zaman bu kadar huzurla, tebessümle birine
baktın Ferhat Aslan? En son ne zaman bu kadar çok güvendin birine? En son ne
zaman bu kadar güzel deliksiz uyudun? Sence de çok başka değil mi sevdiğinin
kollarında, pencereden sızan güneşle beraber uyanmak? Kabul et taş ev sizin
gerçeğiniz; sizi sadece siz yapan, Ferhat ve Aslı yapan tek yer belki de. Ya da
yalnız kalabileceğiniz başka herhangi bir yer. O kadar güzel birbirlerini
sevdiler ve anladılar ki doya doya seyrettim diyebilirim. Ben hala Ferhat’ın
çocukmuş gibi Aslı’nın saçlarını okşayarak uyandırdığı, tam gözünün tünden
öptüğü yerdeki ses tonundayım. Tek kelimeyle muazzamdı…
"Ferhat! Böyle burada
kalsak, hiç gitmesek; böyle burada ikimiz kedi gibi böyle birbirimize sokulsak,
sokulsak uyusak. İkimiz iyiyiz biz ya, insanlar karışınca aramıza kötü
oluyoruz. Sen çirkin değilsin, sen sadece yanlış aynalara bakmışsın. Bana bak,
bir şey söyleyeceğim. Bundan sonra bana
bak olur mu? Ben seni hiç çirkin göstermem.’’
Söylediği her kelime de sonuna kadar haklıydı Aslı;
çevrelerinde başkaları olunca sorunlar hep çok büyüyordu. Namık Emirhan
konağına gittiklerinde bunu çok net gördük ve izledik hep beraber. Ansızın
içine girdikleri kaosta her defasında Aslı’nın seslenişiyle kendini durdurabildi
ancak Ferhat. Ve inanın benim bile asla beklemediğim tepkiyi verdi Abidin’le
mutfakta konuşurken; "Gelinlik giydi mi?’’
diye sorması, "Yakışmıştır benim
kardeşim.’’ diye içlenmesi… Ah be Ferhat!
Ne olurdu kırsan zincirlerini ve sarılsan kardeşine doya doya, hissettirsen ona
sevgini. Senin sevgiye, onun da ağabeye ihtiyacı vardı halbuki.
Bölüm boyunca seyrettiğim bütün Aslı ve Ferhat sahnelerine
kalbimi veririm. Sarıp sarıp tekrar izliyorum ve doymuyorum. O kadar güzel
küllerinden doğdular ki bütün karanlığı karşılarına alıp aşk için bir oldular.
Bu kez Aslı Ferhat’a değil, Ferhat Aslı’ya sığındı ve birbirlerinde var
oldular…
Bölüm Aslı ile
Ferhat’tan ibaret değildi elbette. Şöyle genel olarak bölümü değerlendirecek
olursam;
Sarhoş Aslılar da çok pismiş dedi Ferhat Aslan, en çok
güldüğüm sahne diyebilirim. Buzu Aslı’nın ensesine koyduğunda ‘’Isınırsın, ben odunum ısıtırım seni’’ dediğinde
attığım kahkaha ayrı; muazzam bir sahneydi. Böyle tam olarak ağzım kulaklarımda
seyrettim ve hiç bitmesin istedim. Aslı’nın sevgisi ve anlayışıyla kendine
gelmeye başlayan bir Ferhat var ortada. Aslı’yı parka bırakıp gittiğinde taş
evde ki o enfes dakikalardan sonra içinde biriktirdiklerini durup düşünürken,
her şeyi bir kenara bırakıp aynasına, Aslı’ya dönmeye kara vermesi ayrı bir
güzeldi…
Suna ve Aslı ilişkisini çok seviyorum. Parka giderken bile
Suna’nın Aslı’yı arayıp çağırması çok ince bir detaydı. Nerede görülmüş birbiri
ile bu kadar güzel anlaşan iki elti? Ah be…
Özgür’ün kaçırılması Ferhat ile Yiğit’in ağabey kardeş
ilişkisinin daha çok pekişmesine sebep oldu. Hani her şerde bir hayır var
derler ya bu da buna vesile oldu diyebilirim. Her şeye rağmen ağabeyine sığındı
Yiğit. Her ne kadar ihtiyaç duyulan paranın Namık Emirhan’dan alınması bana çok
saçma gelse de. En başta buna Ferhat izin vermemeliydi. Kendi gidip almalıydı
ama Yiğit’i onun ayağına sürüklememeliydi. Yiğit Namık’ın elini öptüğünde benim
gururum incindi diyebilirim. Çok net anlıyorum onu. Burada ki kızgınlığım
sadece Ferhat’a. Tek kelimesi ile Namık’ı durduran Ferhat yine tek kelimesi ile
kardeşini karıştırmadan o parayı ondan çok rahat alabilirdi bence. Bu da benim
naçizane fikrim. Vardır bir bildiği Erkan hocanın diyorum ve susuyorum…
Vildan’ın Abidin ve Gülsüm’e destek verişini çok sevdim.
Nedenini bilmediğim bir şekilde seviyorum bu kadını ama sarhoş hallerini de
özlemedim değil yani. Ara ara çok mantıklı olup, ara ara çok alık
gözükebiliyor. Ayrı bir havası var…
Aslı bu bölüm babam dediği ağabeyiyle sınanıyor. Cümleyi
yazarken bile tüylerim ürperiyor zira tadanlardan biriyim. Görünen o ki
ağabeyini kaybedecek olan Aslı’nın Ferhat’tan başka sığınacak limanı kalmayacak
ve eminim Ferhat Aslı’ya daha da sıkı sarılacak…
Bu bölüm değil de bütün bölümlerde sözlerim sadece Cüneyt ve
Handan Hanım teyze de kilitlenip kalıyor maalesef. Kötülük ruhlarını satın
almış adeta…
Abidin’e söylenecek tek söz yok zaten zira kendisi kral.
Gülsüm’e verdiği desteğin arkasında her ne kadar içten içe aşk olsa da herkes
yapmazdı onun yaptığını diyorum.
Benden bu kadar. Bölümde emeği geçen herkesin yüreğine
sağlık diyorum. Sevgiyle kalın…