Siyah Beyaz Aşk: Sevmek Kimi Zaman Rezilce Korkuludur*

Siyah Beyaz Aşk: Sevmek Kimi Zaman Rezilce Korkuludur*
Bütün bölüm boyunca Attila İlhan dizeleri döndü durdu aklımda. “Ben sana mecburum bilemezsin, adını mıh gibi aklımda tutuyorum*”.  Aslı özledim diyemediği her an üşüyorum dedi, benim aklımda “İçimi seninle ısıtıyorum…*” Gördük ki; Hayır başka türlü olmayacak onların hikâyesi.

Uzun bekleyişlerin sonunda beklenti de artar ya, ben de o sebeple dev bir heyecanla başladım izlemeye. Üstelik yayın günü değil ancak ertesi gün fırsat bulabildim ve bütün günüm büyük kavuşmanın detaylarından kaçarak geçti. Dizinin son düzlüğü duygu yoğunluğu açısından bölümün bütün yükünü aldığından ben de konuşmaya oradan başlamak isterim. Geçen bölüm sonu yazısını kapatırken bir temennide bulunup, vedaların ve kavuşmaların aceleye gelmemesini istemiştim ama anlaşılan drama tanrıları benimle aynı fikirde değil.

“Ah seni bilmiyor, kimseler bilmiyor…”*

Kabul edelim, seni seviyorum demenin daha Ferhatça’sı olamazdı. Aslı doğru zamanda doğru soruyu sorarak aldı istediğini. Çünkü Ferhat bilmese de o kendi cevabına ulaşmıştı ve hatta “bırakılmanın” acısını da peşinen yaşamıştı. Her kadın gibi, içgüdüsel bir şekilde Ferhat’tan gelen sinyalleri aldı ve içten içe beklediği cevabı, kendisinin Ferhat’taki yansımasını da gördü sonunda. Özlem, kaybetme korkusu, arzu, tutku, itiraf… Her şeyin bir arada olduğu dozunda bir kavuşma izledik bana göre.(Sahnenin hepsini izleyebildiğimizden emin değilim, kanalların yayın politikaları biraz karmaşık bir konu anladığım kadarıyla, kırpık kırpık da olsa hisleri aldığımızı düşünüyorum).

Şimdi biz biliyoruz ki, Ferhat eski Ferhat değil. Kollarında yatan kadın da sıradan bir kadın değil. Bunu fark etmek ve görmek istemek seyirci için kolay ama kurgusal karakterimiz Ferhat için bu yüzleşmesi son derece sarsıcı bir gerçek. Annesi dâhil hiçbir kadına duygusal olarak bağlanmamış bir adam, birine sevdiğini gösterdi. Hiç kaçak oynamadan, hiç geçiştirmeden “Sevmediğin kadını öpmeyecektin bir daha” diyen kadını öptü, tereddüt bile etmeden. Teslim oldu, sığındı, yenildi hatta ilk defa. Duygularına değil ama arzusuna yenildi. Kabul edildi, karanlığını, ruhunu, yarasını gören üstelik dokunmaktan çekinmeyen bir kadın tarafından. Bunlar onun bırakın dile dökmeyi, aklından geçirebileceği şeyler değildi. Bundandır ki Aslı ne düşündüğünü sorduğunda “Hiç” dedi. Samimiydi de bence. Kafasındaki o karmaşanın içinde gerçekten ne düşündüğünü nasıl bilebilirdi ki.

Sadece bir masalı seviyormuş, dünyanın en güzel adamı.

Bence Siyah Beyaz Aşk’ın en iyi yaptığı şeylerden biri, duyguları söyletmesi değil de göstermesi. Hiç kimse Ferhat’tan ne hissettiğiyle ilgili derin sözler duymayı beklemiyordu sanırım, onun yerine omzundan öptüğünü gördük, gözünün kenarındaki bir damlayı gördük, ateşine baktığında Aslı’nın gözlerinin güldüğünü gördük. Aslı gibi son derece konuşkan bir karakter bile gözleriyle, sözlerinden daha fazla şey anlatıyor. Gördük ki Aslı da doğruyu yapmakla birini korumak arasında kaldığında korumayı seçecek. Gerçeği söylediğini hayal ettiği sahne o kadar iyiydi ki, ilerleyen bölümlerde gerçeğe dönüşse aynen böyle olurdu sanırım.(Bu sahnede İbrahim Çelikkol’un sitemli, kırılmış sesine ve gözünden düşen bir damla yaşa kalbimi bırakıyorum.) Aslı ve hislerini kabullenişine dönersek; birini başına gelebilecek her musibetten korumak istemek sevginin en saf hali. Basitçe, Aslı Ferhat’ın dünyasını başına yıkan kişi olmak istemedi ve üzüntüsünde o kadar samimiydi ki. Yeter’le konuşmalarındaki isyana, sahiplenişine, hesap sormasına ve bunları kabullenmeye çalışmasına bayılıyorum.

SENSİN İT!  Sevdiği adama laf söyletmeyen Aslı yapmışlar^^

Hep Ferhat için hislerini kabullenmesinin zorluğundan bahsediyoruz ama bence Aslı’nın kabullenmesi de en az Ferhat kadar zor. Ferhat’ın aksine Aslı âşık olmuş-ya da olduğunu sanmış- ve bunun üzerine renkli, mutlu, aydınlık hayaller kurmuş bir kadın. Üstüne, aldatıldığını hiç olmayacak birinden öğrenmiş, kalbi kırılmış, hayalleri başına yıkılmış. Tertemiz görünen bir adam onun güvenini böyle suiistimal etmişken, şimdi canını idealin tam zıttı bir adamın kurtaracağına tüm kalbiyle inanıyor. “Ondan önce hayatım bomboşmuş” derken böyle karşı konulamaz duyguların varlığının onun için de yepyeni olduğunu itiraf ediyor.  Eğer hissettiklerine tutunacaksa, aşkın başka türlüsünü bulmak zorunda. Ferhat kimsenin öylesine sevebileceği bir adam değil. Eğer onunla olmayı seçerse, hiç bilmediği rüzgârlarda savrulacak, kendiyle yüzleşmek ve zaman zaman doğrularıyla çatışmak zorunda kalacak. Bu gün özlemine, Ferhat’ın teninin sıcaklığına yenildi, belki bir zaman onu kurtarma içgüdüsüne yenilecek ama bir noktada durup kendisine “Ben bu adamla ne yapıyorum?” diye bir soracaktır, ben Aslı Çınar’dan bunu bekliyorum en azından.

Eve gidiyormuşuz^^

Bu noktaya gelmelerindeki en büyük pay da Cem ve Yiğit’in galiba. İkisinin Ferhat’la, Aslı’nın hisleri üzerine yaptığı konuşma Ferhat için kamçılayıcı oldu hiç kuşkusuz. Ferhat sevmeyi, sevilmeyi bilmeyen biri değil. Belki aşkı yaşamamış ama sevmenin onun hayatında zaaf demek olduğunu, zaafların da etrafındaki herkese acı getirdiğini çok küçük yaşında anlamış. Muhtemelen Aslı’yı bizzat namlunun ucunda görmeseydi daha da tutardı kendini. Ama kaybetme korkusu son derece güçlü bir duygu, e bir de karşısında tek söz etmeden kendiliğinden arabaya binen, eve gidiyoruz diyince sevinen bir Aslı olunca kontrolü biraz kaybetmesi normal.

Bu bölümde bir sürü kıymetli detay var ucundan kıyısından değinmek istediğim; Aslı’nın Ferhat eve geldiğinde sevinmesi ama taviz vermemesi, farkında olmadan aynı cümlelerle konuşmaları, müthiş estetik çekilmiş rüyalarda dans etmeleri, Ferhat’ın dokunulmaktan ve dokunmaktan korkmayışı, Yiğit’in Ferhat’ı bulup o yokken kadeh tokuşturması, Hülya- Dilsiz sahnelerinin tamamı… Hikâyenin detaylarla yürümesini seviyorum ama olacaklarla ilgili bu kadar açık sinyaller vermesini sevmiyorum sanırım. Birincisi Gülsüm-Abidin olası aşkının işaretlerinin Gülsüm tarafından açıkça verilmesi biraz yüzümü buruşturmama sebep oldu. Hala bunun çok gerekli olduğunu düşünmüyorum. İkincisi, Cüneyt’in akıllara zarar planıyla, Ferhat’ın Aslı’nın kollarından Cem’in kollarına atlayacağını izlerken tahmin etmeyen yoktur sanırım. Genel olarak dramalarda çapsız kötülerin kazanması inandırıcılıktan uzaktır benim için, ama yeni karakterler girene kadar biraz daha konak içi hanımlar arası güç savaşı ve hadsizlikleriyle Namık’ı bile bezdiren Cüneyt izleyeceğiz sanırım. Bu arada söylemek zorundayım Cahit Gök’ü çok beğenirim, keşke farklı bir rolde mi olsaymış diye hayıflanmadan edemiyorum.

İzlerken, "sakin ol dizi altı üstü" diye kendimi telkin etmek zorunda kaldığım iki konudan da bahsetmek istiyorum. Hala Ferhat’ın her bölüm abartılı şekilde 5’er 5’er insan vurması konusunda bir arpa boyu yol alamadık. Galiba vurduğu kimse ölmüyor ki, Yiğit ile Cem hala Şahin Cigal peşinde koşuyorlar. Yoksa ortada öldürülüp gömülmemiş bir sürü ceset var. Ayrıca bu iki yılmaz adalet savunucusunun Aslı’yı kurtarma işini Ferhat’a bırakıp, ne idüğü belirsiz bir ihbarın peşine çocuğu yakalamaya gitmesi de gözümden kaçmadı. Ferhat o arada çocuğu gömerdi, onlar da daha çok mezar ararlardı.

Toparlamak gerekirse, 1.5 saatlik ayrılıklarının bile içimizi dağladığı, benim sevdiğim bir bölüm oldu. Namık bile bir miktar yol kat etti. Hem kadınlar hem erkekler arasında yaklaşan bir savaş olduğunu gördük ve saflar belirginleşti. Girilecek yeni yollar var ve kötü işlenmiş klişe tuzağına düşülmediği takdirde hikâye hala güzel şeyler vaat ediyor.  Aslı ve Ferhat cephesinin düşeceği hali öngöremiyorum ve açıkçası hiç itirazım yok. Pazartesileri iple çektiğimiz, kalbimizi çarptıran, merakla izleyeceğimiz nice bölümlere. Okuduğunuz için minnettarım. Sevgiler.

Dip not; *Şiir; Attila İlhan; Ben Sana Mecburum. Aslı ve Ferhat’a kusursuz uyuyordu, okumanız şiddetle tavsiyemdir!
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER