‘’Kapı açılır, sen yeter ki vurmayı bil! Ne zaman bilmem, yeter ki o kapıda
durmayı bil!" diyor Mevlana. Kapılar var bu hikâyede de, Leon'un yüzüne
kapanan, sürekli vurduğu kapılar. Aralanır mı o kapılar, dolar mı aydınlık o
aralıktan yüreğine bu sevdalının kimbilir, belki çoktan aralandı, belki açılmak
üzere. İnatla, umutla çalındıkça o kapı, elbet açılacaktır sonuna kadar bir
gün. Doğacaktır dünyasına ay gibi, dolduracaktır dünyasını.
Bu kez yaralıydı
ikisi de, biri öfkeli bir yazı okumuş ve açıklamaya çalışıyordu derdini, diğeri
olası bir izdivacın tarif edilemez hüznünü, gizli gözyaşlarını saklıyordu
öfkesinin ardında. Canını yaka yaka yapıyordu pansumanını. Hani şu zamanında başkasına
yaptırmak istediği lakin şimdi bile isteye yaptığı pansumanı.
Bir öncekinden
farklıydı bu sefer. Gülümsemeleri kaybolmuştu. Sertti Hilal'in eli, gönlü gibi.
Kırılmıştı çünkü belki gurur yapmıştı ve incinmişti gururu. Bu yüzden
"Sizi bu hale kimin soktuğunu unuttunuz herhalde." dedi, sanki ona
zerre alakası yokmuş gibi gösterirse, güçlü kalacağını sanarak. Kendi de
biliyordu başaramayacağını lakin bir türlü bırakamıyordu kendini Hilal, bir kez
olsun bırakamıyordu akışına bu sevdanın. Haklıydı da, her yerde ablası ile
olabilecek olası bir evlilikten bahsedilirken nasıl bırakabilirdi kendini.
"Unutmadım, bir ömür unutmayacağımdan da
şüpheniz olmasın Küçük Hanım." diyen Leon kadar Hilal de biliyordu onun her
ne olursa olsun unutmayacağını sahibini o yaranın. Aşkla sonsuzluğu bağlamış
bir sırdı o yara aralarında ve Leon'la birlikte olacaktı her daim. Aynı kıyıya
varsalar da, varmasalar da.
"Mesele bu
kadar basit değil." derken haklıydı Hilal, mesele sadece bir yanlış
anlaşılma ve izdivaç meselesi değildi, dağ gibi engeller vardı aralarında ve
hepsinin farkındaydı Hilal. Öyle romantik süslü hayallere dalamayacak kadar
idrakındaydı gerçeklerin. Yol uzundu, engeller büyük. Birinin gözünde değildi
hiçbiri lakin diğeri her gün karşılaşıyordu onlarla, duyuyordu bir yenisini
daha. Bu evlilik meselesi aslında engelleri daha çok görmesini sağlamıştı
Hilal'in. Annesi, babaannesi, abisi ve en son babası, herkes o Yunan komutanın
Yunan oğluna kız vermeyeceklerini dile getirmişti. Bir de üstüne ablasından
duyduğu yalanlar vardı. Gözyaşı dinmiyordu bu yüzden, sevildiğini bilse dahi
yakıyordu canını duymak aksini. Bu yüzden belki de yol yakınken dönme
derdindeydi, daha düşmeden, iyice batmadan sevdanın derinliklerine. Hatırlatırsa
gerçekleri kendine, belki kurtulur sanıyordu naifçe. Oysa o çorak ülkede ne
çiçekler açtı farkına bile varmadan, ne fırtınalar esti savuran kumlarını, ne
dalgalar vurdu kıyılara bağıra çağıra. "Siz ve ben Teğmen, bizim için bir
yol yok." derken ne kadar çok yakıyordu hem kendi hem karşısındakinin
canını. Yine de biliyordu, ne söylerse söylesin o yolu bulmak için
çırpınacağını biliyordu.
Kırgınlığı bakışlarından
belli olan Teğmen'in yüreği ise "Öyle mi?" diye sorduğunda "Öyle
demesine rağmen gidemeyen Hilal'in sözünü dinler miydi, neden dinlesindi? Üstelik
titreyen elleri ve gözlerine bakamayan gözleri de şahitti öyle olmadığına. Bir
yanda bulduğu her firsatta bir adım atarak aralarındaki mesafeye kapatmaya
çalışan Leon, diğer yanda bu kez geri durmakta, gaflete düşmemekte karalı bir
Hilal vardı o an. Yeri değildi bunları konuşmanın, böyle yakınlaşmanın. Oysa
Leon'da çare her zaman vardı, çünkü o hiçbir vakit karamsarlığa kapılmadı. Umutla
çağırdı buluşmaya.
Hilal ise yine
geride bir enkaz bırakarak terketti odayı. Birbirlerini vurmuşlardı, çok
derinden. Aynı acıyı çekiyorlardı fakat paylaşamıyorlardı acıyı bir türlü. Oysa
paylaşsalar, belki azalmazdı ama kolaylaşırdı taşıması.
"Seni
bekleyeceğim." dedi arkasından. Bekledi de, hava tam kararırken. Onu
beklerken yakasını, kravatını düzelten, elini bir anlığına kalbinin üzerinde
tutup belki de heyecanının dinmesini bekleyen Leon, sabırla, aşkla bekledi. Kordelyada
onların sevdasına şahitlik edecek her detay aynı onlar gibi güzeldi. O
beklediği bank dahi, bembeyaz açmış çiçeklerin eşliğinde, aynı beyazlıkta,
saflık ve temizlikteydi. Öyle sade, öyle doğaldı her şey. Gün batarken, gün
doğacaktı yüreğine gitseydi eğer Hilal. Hüzünlere gark olup geldiği gibi
dönmeyecekti Teğmen.
Evet, biri
masal âleminden bir kral, diğeri gerçeklerin içinde boğuşan, gerçeklerle
savaşan bir Amazon. Nerede kesişir yolları, masal nerede gerçeğe döner, gerçek
nerede öper masalı bilinmez. Belki
Kordelya'da ikinci seferinde, aynı beyaz bankta buluşur tekrar elleri, hava tam
kararırken, nasıl beklediyse umutla Leon, bir kez daha bekler gerçeğini. O
kapıyı aşkla vurmaya ve orada durmaya devam ettikçe, mükâfatını alacaktır
elbet. Belki yakında, belki bir zaman sonra ama mutlaka alacaktır.
*Rabia Hatun
Fotoğraf Twitter'dan alıntıdır.