‘Bulamıyorum albayım bulamıyorum. Hangi yola girsem bataklık.
Hangi sokağa girsem sonu çıkmaz. Hangi hayatı yaşasam sonu hüsran be albayım.
-Hüzün, aşkın fiyakasıdır evladım. Eyvallah albayım. Hüzün ki bize en çok
yakışanıdır.’
2015 yılıyla beraber hayatlarımıza giren
Poyraz Karayel’in veda bölümünün yorumunu bu kadar içim acıyarak yazacağımı
hayal bile edemezdim sevgili okur. 2015 dediysem size ikibinonbeş. Ben
geçtiğimiz yazın sonunda tanışmıştım daha Poyraz'la, Karayeller'le, Ayşegüller'le…
Evet, bunu üzülerek sizlerle paylaşmak isterim. Sıkıntıdan bir gece aklıma
düşüp ‘Dur ya, ben şu Poyraz’ı bir izleyeyim.’ dediğim günü dün gibi
hatırlıyorum. 3. sezonu henüz başlamıştı televizyonda. Siz sıkı Poyraz’cıları
çok kısa bir sürede yakaladım ama bir ben bir de albayım bilir 2 yıl geç
başlamamın üzüntüsünü bu diziye. Tabii 62 bölümdü o zamanlar, arka arkaya
nefessiz izliyorum, gecem gündüzüm kalmamıştı böyle. Ölen ölene, kalan sağlar
bizim, onlarda vurulurlar zaten sırayla derken neler yaşadım 2 küsür hafta içinde bilemezsiniz. Psikolojim
bir gitti geldi aşırı Karayel yüklemesinden. Her yeni düşmanımızın hikayesine
dalarken de içimden geçirdim, hayır daha kötü ne olabilir yani diye. Ama
hepimiz gördük ki, her gelen kötü, gidenden çok daha kötü oldu be albayım. Bir
dizide aradığım her şeymiş meğersem bu Poyraz Karayel. Ki aslında bir diziden
çok daha fazlasıydı kalplerimizde Poyrazcım Karayel. Vedamızı etmiş olabiliriz
ama geçmiş zaman ekiyle bahsetmeye
alışmak hayli zaman alacak gibi. Aşığı olduğum Oğuz Atay’ı ve romanlarını
içinde barındıran bir yapımın televizyonlarımızdan geçmiş olması, eserlerin en
güzel kesitlerini ve onların Poyraz versiyonlarını aklıma düştükçe İlker
Kaleli’nin o muhteşem sesinden dinleyebilecek olmanın mutluluğu yeter her şeyin
başında. Canım Poyraz Karayel ekibi, tüm o güzel emek ve çabalarınıza sağlık,
siz çok yaşayın!
Poyraz Karayel! Yok bu manyak
olanı diyorum sadece. Düşündükçe aklımı çıldırcak gibi oluyorum, size de oluyor
mu? Oğlunu kayınpederinden kurtarmak için mücadele eden çılgın babanın, o gün
taksisine binen kadınla bugünlere kadar gelişimizi düşündükçe beynim durma
eşiğine geliyor. Haliyle tüm yaşananlar film şeridi gibi geçiyor gözümden
tabii. Vurulmadıkları mı kaldı, kaçırılmadıkları mı kaldı? Adam öldü be öldü!
Bir de yetmedi dirildi! Zafer Biryol mu istersiniz, Adil Topal mı? Neşet de
vardı değil mi? Kimler geçti bu kervandan be albayım say say bitmez. Gerçi Poyraz
Karayel, manyak olan diye girdim lafa ama siz de biliyorsunuz, ben de
biliyorum. Hepsi manyak bunların!
Baba-oğul ilişkisiyle tavlamıştı en
başta bu efsane dizi beni. Sonra Poyraz-Ayşegül ikilisine takıldım kaldım. Ama
bunlardan çok daha güzel olan bir şey vardı, o da üçünün bir arada olmasıydı.
Yaani? Kuru fasulye-pilav-cacık üçlüsü! Hikayemiz derinleşti, aşkımız
da. Düşmanlarımızı belledik sonra. Umman
ailesinin komedisine kapıldım ben. -En favori mafyalarım onlar benim!- Songül’ü
ayrı kafadan, Zülfo, Sefer ve Taş kafası ayrı yerden bastırıyordu adeta. Evet,
bu hikayeden bir Sefer de geçti zamanında. Sefer ve Sema…. Hayır
ağlamıyorum gözüme Adil Topal kaçtı! Ummanların başından geçen belalar ayrı
ayrı kalplerimizi çıldırttı. Bu belaların ortak noktasını hep beraber bağırarak
söyleyelim mi peki? Poyrazcım Karayel!!
Zafer Biryol ile başladığımız serüveni
Savaş Biryol ile bitirmek bir tek bana mı komik geliyor acaba? Zafer defterini
kapatmak çok iyi hissettirmişti. Çok da güzel ölmüştü rahmetli hakkını verelim.
Fakat Savaş final bölümünün ona verdiği yetkiye ve manyaklığa dayanarak intikam
aşkıyla adeta taktik maktik yok bam bam bam dedi ve veda bölümümüzün ilk
kısmına damgasını vurdu. İtiraf ediyorum tüm belalı düşmanların ölümü arasında
en heyecanla, tarifi olmayan bir hazla izlediğim ölüm Adil Topal’ınkiydi fakat
Savaş bu rolü çaldı ondan. Kurulmakta çok geç kalmış çetemiz artı babamız olay
sahneyle veda bölümüne imzalarını attılar. Özleyeceğiz sizi manyak 5'li!
Birinci ve ikinci sezonun bölümlerini
bahsettiğim gibi arka arkaya izlediğimden kafamın içinde her zaman çok net bir
düşünce vardı. Her bir olay mı, her bir suç mu Poyraz’ın üstüne kalır be
albayım.
Bugüne kadar izlediğimiz her bölüm
fazlasıyla gerçekçiydi. Şüphesiz. Ama hiçbir insan Poyraz’ın yaşadıklarını
yaşayıp hayatta kalamazdı. Kaldıramazdı bu denli acıyı, yükü, aşkı, sorunu… O
da kaldıramadı zaten. Mesleği gereği mafya içine girmek, her an ölümle burun
buruna olmak, oğlunu dedesinin yanına bırakmamak, Ayşegül’den vazgeçmek ama her
düşüncesinde daha da aşık olmak, Mümtaz’ın kazıklarına gelmek, sevdiklerinin
kaçırılıp vurulmalarını görmek, daha doğmamış bebeğini gözlerinin önünde
kaybetmek, öz babası ve abisinden akla hayale sığamayacak kötülükler
görmek…İşte benimde kafamın içindeki o düşüncem her zaman, öl be Poyraz
diyordu. Artık öl ve kurtul. Sevdiklerinden ayrılacaktı, herkesi üzücekti belki
ama artık rahat olacaktı. Poyraz’a en iyi gelecek şey inanın ölmekti. Ama durur
mu bizim senarist, yapıştırdı hemen cevabı bize. Öldürürüm ama yine de rahat
vermem dedi Poyraz’a. Adam resmen dirildi. Tabi biz ne dedik? Allah belanı
versin Mümtaz!
Ayşegül Çilingir! Çilingir olarak
başlayıp gerçek kimliği olan Umman’a dönüşmesini nasıl da başarılı aktardı
bize. O da vuruldu, kaçırıldı çok şey kaybetti bugüne kadar. Yine de Poyraz’dan
asla vazgeçmedi ya… Helal cidden Poyraz’ın da dediği gibi Ayşegül de az manyak
değilmiş harbiden. Onlar her yaşadıkları kötülükle birbirlerine bağlanıyorken,
aslında bizleri de kendilerine bağladılar. Ve bunu o kadar başarılı yaptılar
ki, Poyraz ölsün de kurtulsun artık diye düşündüğüm onca anın sonunda tek
düşünebildiğim, ‘Eyvah Ayşegül şimdi ne olacak!’ olmuştu. Onlar kendi aşklarına
ne kadar inandılarsa biz de bir o kadar inanmıştık. Zaten ölüm gibi bir şey
olmuştu ama kimse ölmemişti. Geri dönüşleri de fazlaca efsane olmuştu.
Hayatımda en etkilendiğim oyuncular listesinin başına hiç düşünmeden Burçin
Terzioğlu ve İlker Kaleli’yi eklerim. Ölüm sonrası kavuşma sahneleri aklıma
geldikçe tüylerim dikenlenir. Yaani kısacası Çınargillerin oyuna dahil olmasına
pek bir takılmamıştım. Bunca badireden sonra ikilinin aşkının bitmesine anca
bir ölüm sebep olabilirdi şüphesiz. -Gerçi öyle de oldu zaten. Durun durun daha
ağlamayacağım!-
Bu sezon Çınar’la beraber Nevra’nın da
ne tür bir bela olacağını ilk bölümden anlamıştık çoğumuz. Ama son darbeyi
Nevra vuracak deseler ya bir gidiniz efendim derdim sanırım. Final haberini
öğrendiğim günden itibaren kendimi mutsuz sona hazırladım. 82 bölüm bu boru
değil, biliyoruz biz senaristimizin huyunu suyunu. Şurada 4 bölüm önce
kaçırıldığı adamların elinden kurtulup babasına koşarken araba kazasına kurban
giden bir Sinan bile tüm durumumuzu özetler neticede. Sonuçta okyanusu geçip
derede boğulmak Karayeller'in işi değil mi albayım?
Küçük yaşta hayatımıza girip hepimizin
kalbini esir alan Ataberk Mutlu’ya da gitsin koca alkışlarımız. Yeri
geldi üzüntüden, yeri geldi gülmekten ağlattı bizi. Onun pot kırışlarını,
nemenem deyişini, pizzalarını hatta kaçırılmalarını bile özleyeceğim. Pelin’e
de kavuşamayışına hep içim gitmiştir ama kim kavuşabilmiş ki aşkına Sinan
kavuşsun…
Aklıma geldikçe içimi acıtan, özleyeceğim
daha o kadar çok şey var ki. Albayımı çok özlerim ben mesela, o meşhur
apartmanımızda yaşamayı, İsa’nın ödevleriyle aydınlanışlarımızı… Ümran hanımın
tatlığını, Taş kafanın güzel yüreğini, Songül’ün nerde kapanacağını bilmeyen
çenesini, şeytanı kıskandıran zekasını, allah belanı versin Mümtaz laflarını
zamanında bir hayli hak etmiş olan ama son zamanlarda yüreğimizi yumuşatan
Mümtazı, Zülfikar’ın adam gibi adamlığını, Karayellerden sıpa göz Meltem ile
dedemiz Zülfo’nun insanın içini kıpırdatan aşkını…
Hakkını teslim etmeden geçmek istemem.
Meltem’in hafıza formatlanmadan önce günden güne delirişleriyle o kadar muazzam
bir performansı vardı ki daha sonraki işlerinde muhtemelen her onu izlediğimde
o günleri aklıma gelecektir. Kendini hepimize hayran bıraktı sıpa göz. Sana da
elveda küçük Karayel. -Ayrıca üçüz
bebişler neydi öyle Allah
aşkına?!-
Sadrettin babalığına döner, Songül
yerini bulur. Bahri Baba da çok gecikmez, ailesinin yanına göçer. Poyraz mı?
Yarım kalan bir insan nereye gidebilir ki? O artık kendini hep ait hissettiği
yerde. Kendini ait hissettiği kişi gidince…
‘Tarih yalnızca mutsuzları yazar.’ dediler
ve gittiler. Gerçekten gittiler albayım. Bizi dolu gözlerle bıraktılar
ve gitmek zorunda kaldılar. Bitiyoruz dediler. Bizden bu bitişi
kabullenmemizi istediler. Albayım sorardı, evladım senin filmin sonu nasıl
diye. Bir adam var bir de bir kız. Birbirlerini çok seviyorlar, sonra bir
tanesi ölüyor, diğeri de dayanamıyor akıl hastanesine kapatıyorlar derdi
Poyraz. Sizle aşkın en zor halini gördük, sizle aşkı öğrendik. Sonra ne mi
oldu? Kız öldü, adam delirdi. Ve tarih onları yazdı. Sonra?
Bittik Albayım, bu sefer gerçekten
bittik…